top of page
Yazarın fotoğrafıMehmet Serdar

SOFİSTLER

Sofistler, felsefe tarihinde ikinci dalga bilgeler hareketini temsil ediyorlardı. İlk dalga bilgeler, toplumsal yaşamın karmaşıklaşmasıyla evreni açıklamakta insanları artık tatmin etmeyen mitolojinin arkasından ortaya çıkmışlardı. Yedi Bilgeler olarak adlandırılan bu grup, geleneksel ve törel çerçevede bir evren tasavvuru geliştirilmişlerdi. Bilgeler, insanlara ahlaki bir düzlemde yol gösteriyorlardı.

Bilge kişi, bir toplulukta ya da bir kabilede rahip, hekim, büyücü, şef, ozan konumundaydı. Bu dönemde bilgi tanrısal nitelikteydi. İnsanların da bu bilgiyi edinip yaşamlarını ona göre düzenlemesi gerekiyordu. Büyücüler, sorunların çözülmesine yardım ediyorlardı. İnsanlar da bilgelerin peşinden gitmeliydiler. Davranışları ahlaki bir çerçeveye oturunca sorunlar da çözülmüş olacaktı.

Yedi Bilgeler’den sonra ilk filozoflar dönemi başladı. Doğa Filozofları da denen bu grup, Antik Yunan kültürünü bütün Doğu Akdeniz kültürüyle harmanlayarak büyük bir düşünce zenginliği oluşturdular. Miletos’lu düşünürler Thales, Anaksimenes Anaksimendros ilk maddenin, ilk nedenin peşine düştüler. Her şeyin ondan sonra geldiği ilk ilke neydi?


Aynı zamanda Yedi Bilgeler’den biri olan Thales, tarih sahnesine çıkan ilk filozof olarak ana maddeyi su olarak tanımladı. Onun arkasından gelen filozoflarca hava, toprak, ateş olarak ilk madde çeşitlendirildi. Thales’ten sofistlere kadar geçen iki yüz yıllık bir dönemde ilk maddeler ve aralarındaki ilişkiler tartışıldı. İlk ilke, başlangıç nedeni gibi konulardaki anlaşmazlık ve her filozofun değişik bir evren tasavvuruyla ortaya çıkması, Sofistlerin felsefe dünyasına rahatça yer bulabilmelerine fırsat tanıdı. Sofistlerin Atina’da belirdikleri dönem, demokrasinin geliştiği Perikles dönemine rastlıyordu. Atina’da M.Ö 460 ile 430 yılları arasında, çok etkili olan felsefi bir akımın temsilcisiydi Sofistler. Mitoloji döneminin arkasından gelen Yedi Bilgeler ve Doğa Filozofları ile evren tasarımına odaklanan felsefe, tanrısal açıklamalar yerine, sofistler aracılığıyla insanın düşünsel üretiminin şamda yürürlükte olan kuralların çelişkilerini, tutarsızlıklarını, mantıksal sonuçlarına kadar götürerek hep kurulu düzene saldırdılar. Sürekli olarak gerçeğin ne olduğunu sordular. Sofistler, demokrasinin yaşandığı Atina, Miletos ve Korint’te toplanmışlardı. Krallık, tiranlık ve zorbalık alanları onların barınabileceği alanlar değildi. Sofistlerin asıl olarak yaptıkları iş, paralı öğretmenlikti. Öğrettikleri karşılığında para alıyorlardı. O dönemde Yunanistan’da toplumsal yaşamda çeşitli sınıf ve katmanlar ortaya çıktıkça, politik mücadele de öne geçmeye başladı. Atina’da en çok ihtiyaç duyulan şey, güzel konuşma becerisiydi. Çünkü demokrasilerde yönetim aygıtında yer almak için seçim kazanmak, bunun için de insanları inandırmak gerekiyordu. Bunun yolu ise öncelikle güzel konuşma yeteneğine sahip olmaktı. Bu nedenle mahkemede, tartışmada, yarışmada önde olmak isteyenler için güzel konuşmayı öğreten sofistler, en çok aranan insanlardı.

Sofistler, herkes için geçerli olabilecek bir gerçeği araştırmaktan çok, inandırmayı öğretilerinin temeli olarak kabul etmişlerdi. Sofistlerin felsefesine göre, herkesin kabul etmesi gereken genel doğrular yoktu. Gerçek ve doğru dediğimiz şey tek tek insanlara göre değişen bir şeydi. Sofistlerden önceki felsefe, insan bilincinin, dışımızda bulunan nesnel dünyaya bağlı bulunduğunu ve bu dünyanın bütün bilgilerimizin kaynağı olduğunu kabullenmişti. Oysa sofistler, insan bilincinin dış dünyaya değil; dış dünyanın insan bilincine bağlı olduğunu söylüyorlardı. Başka bir deyişle, dış dünya ve nesneler, biz onları nasıl görüyorsak öyleydiler. Bilgi, nesnenin bilincimize doğrudan yansıması değil, bilincimizin kendi üretimiydi.

Sofistler, bilgilerin ve doğruluğun tanrısal aktarımlar değil, insan üretimleri olduğunu söylemekte hep ısrar ettiler. İlk filozofların evren tasavvurlarını sarstılar. Bilgilerin tanrısal niteliği yerine, insanın gereksinimleri ve yeteneklerinin bilgi üzerindeki etkilerini öne çıkardılar.



Sofist, sözcük kökeni olarak bilge, bilen, bilgelik demekti. Bu çerçevede olumlu bir anlam yükü vardı.Felsefe öncesi dönemde ise, insana bilgeler aracılığıyla aktarılan bilgiler tanrı kaynaklıydı. Bilgiler tanrıdan geliyor ve gerçek olarak kabul ediliyordu. Bilge de aktardığı bilgi için karşılık talep etmiyordu. Bu anlamda sofist, bilgisini toplumla paylaşan, geleneksel bilgenin dönüşmüş bir haliydi. Sofist üst düzey bilgi birikimine sahip bir kişiydi. Toplumun önüne bu özelliğiyle çıkıyordu. Ama sofistler, bilgeliğin temel ilkesi bilgiyi karşılıksız paylaşma ilkesini çiğnediler. Bu yüzden de kısa zamanda yozlaştılar. Olumlu işlevlerini kaybettiler, gözden düştüler.

Sofistlerin sayıları arttıkça kurum olarak bozulmaları da hızlandı. Platon onları “işe yaramaz, ne sattığını bilmeyen kötü tüccarlar” olarak niteledi. Ancak sofistler, etki alanları genişledikçe iktidardan pay bile istediler. Yabancı olduklarından bu olanaklı değildi, ama yönetici çocuklarını etkileyerek bir ölçüde yönetimde söz sahibi olabildiler. Sofistlerin temel yaklaşımı, herkes için geçerli doğruların mümkün olmadığı ilkesiydi. Onlara göre güçlünün yaptığı her şey doğruydu. Bu anlamda güçlüler, güçsüzleri, yoksulları ezebilirlerdi. Bundan dolayı suçlanamazlardı. Çünkü zayıflar da bir gün güçlü olsa aynı işi yapacaklardı. Doğada da toplumda da böyleydi. Adalet diye bir şey yoktu aslında. Adalet kavramını zayıflar, savunma amacıyla, kendileri için bir silah olmak üzere üretmişlerdi. Sofistlerin yasalara da itirazı vardı. Soyluların dediği gibi yasalar tanrı tarafından konuluyorsa, değişik kentlerde niye değişik yasalar bulunuyordu?

Her şeyi insanlar yapmıştı. Hele kültür dünyası, tümüyle insanların ürünüydü. Öte yandan da insanlar yeterince bilgi sahibi olmadıklarından, bütün yaptıklarında yanlışlar ve eksikler vardı. Geleneksel bilgelikte her şeyin ölçüsü Tanrıyken ünlü sofist Pratogoras, “insan her şeyin ölçüsüdür” diyordu. Sofistler, ölçüyü insanla biçtiler. Bu durumda, insanların hep farklı özellikleri varsa o zaman, görecelik ilkesi öne çıkıyordu. Ama bilgiler de göreceliyse ortaklaşacağımız kabulleri nasıl elde edecektik? Her şey göreceliyse dayanaklarımız da dağılabilir demekti. Elimizde insanları bir arada tutacak bir malzeme yoktu. Kuşku da bilgilerin sorgulanabilir olduğunu öne sürüyordu. Sofistlere göre yoksulluk ve zenginlik kader değil, bugünkü siyasi, ekonomik paylaşım düzeninin bir sonucuydu. Bu düşünceler, geleneksel evren tasavvurunun temeli Tanrı kavramına ilişkin kuşkulara yol açıyordu. Tanrılar adaletsizlik yapar mıydı? Bir yanda zenginlik ve ihtişamın öte yanda yoksulluk ve sefaletin varlığı nasıl açıklanabilirdi?


Sorguladıkça var olan düzenin çelişki ve tutarsızlıkları ortaya çıkıyordu. Sorular arttıkça felsefenin yeni genişleme alanları da beliriyordu. Hiçbir doğru, kesin doğru değildi. Sofistlerin kuşku yöntemi, bilginin göreceli olduğunu gösteriyordu. Göreceli bilgiye göre biçimlenmiş toplumun verdiği demokrasi görüntüsü, aslında olumluydu. Sofistlerin toplumun kökenini uzlaşma temeline dayandırmaları, siyaset ve ahlak felsefesinde yeni bir yaklaşımdı. Sofistlerin arasından Pratogoras ve Georgias gibi büyük düşünürler de çıktı. Sokrates, sofistlerle çağdaştı ve onlarla tartışıyordu sürekli. Güce sahip olmak ve hesabını vermemek isteği, Sofistlerin gittikçe artan olumsuzlukları arasındaydı.

açtılar.

Doğa Filozoflarına göre yasalara herkes uymalıydı. Kentleri tanrılar kurmuş, yasaları da onlar koymuştu. Bu nedenle o yasalar değiştirilemezdi. Sofistler ise yasaların insanlar tarafından konduğunu ve yasaların kentten kente değişmesinin bunun kanıtı olduğunu söylüyorlardı. Mülkiyet, ahlak, vatandaşlık hakları gibi konulardaki yasaların Sofistler tarafından sorgulanması, Sokrates ve Platon’un geliştirdiği devlet felsefesinde çok etkili oldu. Sofistler, bilginin değeri konusunda yararcılığı önde gelen ölçüt olarak alıyorlardı. Pratogoras’ın göreceliği burada da esastı. Gerçek ve doğru, Sofistlere göre kişiye, gruba, konuma göre değişiyordu.

Değişik felsefe akımlarının, farklı ve birbirine karşıt görüşler ortaya koyması Sofistlerin, gerçeklik diye bir şey olmadığını iddiası için uygun koşullar oluşturmuştu. Herkesin kendine göre bir doğrusu vardı. Ünlü sofist Pratogoras, insan her şeyin ölçüsüdür, dediğinde her insana kendi doğrusunu tanımlama hakkı tanıyordu. Gorgias, ise, doğrunun olmadığını, olsa bile anlaşılamayacağını, anlaşılsa bile aktarılamayacağını savundu. Herkes için doğruluk yoksa bütün yargılar ve bilgiler kuşkulu duruma geliyordu. Bilgilerimizin doğruluğu, insana göre değiştiği için aynı zamanda göreceliydi. İnsanın dışında nesnel doğru yoktu.

Sofistler çıtayı yükseltmişlerdi, onları etkisizleştirmek için Sokrates ve Platon çok uğraştılar. Platonun bütün çabası, sofistlerin darmadağın ettiğini düşündüğü geleneksel siyaset ve ahlâk anlayışına yeni bir düzen getirmekti.


Felsefenin amacı, her şeye karşın, genel doğruların bulunduğunu varsaymak ve bunları tanımlamaya çalışmaktı. Sofistler, bu yöndeki çabaların boşunalığını savunmuşlarsa da kuşkucu, göreceli, eleştirel, tekilci bakışlarıyla bütün felsefenin baştan aşağıya sorgulanmasına ve kendisini geliştirmesine yol açtılar.



MEHMET SERDAR

Commentaires


bottom of page