Markette alışveriş yaparken veya tanımadığımız kişilerle sohbet ederken durumu yönetmemizde bize yardımcı olması için bilinçdışı düzeyde duygularımıza bel bağlarız. Aynı durum KARAR alma sürecinde de geçerlidir.
DUYGULAR; çevremizde olan bitene karşı hazırlıklı olma halleridir. Bize dünya hakkında kritik geribildirimler sağlar, eylemlerimize ve kararlarımıza zemin hazırlar. Duygunun doğası (bilinçli veya bilinçdışı) ve hayatımızda oynadığı rol nedir?
Duyguların değişkenliği normaldir ve gereklidir. Duygusal farkındalık, hayatta kalabilmemiz ve insana özgü sosyal varoluşun karmaşıklığıyla başa çıkabilmemiz açısından hayati önem taşır.
Ruh hali genellikle süreklilik arz etmez, çevreden gelen uyarılara tepki olarak ortaya çıkar. Belli bir ruh hali sabitlenip zamana yayıldığında buna duygudurum deriz. Duyguları günlük hava durumu, duygu durumu ise hakim İKLİM olarak düşünebiliriz. Hava durumları dünyada çeşitlilik gösteriyor ise duygudurum da öyledir. Kimi istikrarlı ve neşeli olma eğilimindedir, kimileri dünyaya karanlık gözlerle bakar. Dünyayla ilişki kurma biçimimizdeki bu farklılıklar (psikiyatrılar buna MİZAÇ der) insan davranışının dokusunu oluşturur, bu aynı zamanda kişisel anlamıyla benliğin biyolojik yapısıdır.
Normal davranışın aşırıya kaçması psikiyatrik bozukluk olarak nitelendirilir; dolayısıyla duygu durumumuzda normale dönmeyen olağandışı bir değişim yaşıyorsak ya da başka birini benzer bir şekilde gözlemliyorsak üzerine eğilmemiz gereken bir mesele var demektir. Duygudurum bozuklukları benliği kuşatan süreğen ruh halleridir. Örneğin depresyonda enerjisizlik ve hissizlikle kol kola giden aşırı hüzün ve keder haliyken, mani de coşkunun ve aşırı hareketliliğin uç biçimidir. DUYGULAR beynin erken uyarı sisteminin bileşenleridir ve bedenin hayatta kalma mekanizmalarıyla ilişkilidir.
İlk kez Charles Darwin’in işaret ettiği gibi, duygular tüm memelilerde mevcut dil-öncesi sosyal iletişim sisteminin öğeleridir. Gerçekten de sıra dışı dil becerimize rağmen isteklerimizi birbirimize iletmek ve sosyal çevremizi gözlemlemek için her gün duygularımızdan faydalanırız. Duygularımız çevremizdeki olayların tehlike arz ettiğine ya da yararımıza gelişmediğine yönelik sinyaller vermeye başladığında kaygı ve rahatsızlık hisseder, teyakkuza geçeriz; genellikle üzüntü de bu hisleri takip eder. AŞIK olmak olumlu duygularla enerjimizi tazeler ve iyimserleşmemizi sağlar.
Duygudurum bozukluklarının genetik alt yapısı olduğunu düşünen bilim insanları; yakın dönemlerde gerçekleştirilen genetik çalışmalar bazı genlerin şizofreni ve bipolar bozuklukta pay sahibi olabileceği görüşünü destekler niteliktedir. Aynı gen bugün başka rahatsızlıkları da etkiliyor olabilir. Burada önemli olan çevresel etken-
ler yani kişinin yaşam tarzıdır. Gen yatkınlığı olsa bile kişinin sağlıklı bir yaşam tarzı varsa hastalıklar hiç ortaya çıkmayabilir, stresli, sıkıntılı, beslenme ve hareketsiz yaşam tarzı hastalıkları tetikleyebilir.
Düşünce ve duygudurum bozuklukları insanları farklı biçimlerde etkilemekle kalmaz, farklı seyirler izleyip farklı sonuçlar da doğururlar. Beynin birçok bölgesindeki nöral devreleri etkileyen duygudurum bozuklukları enerji düzeyi, uyku düzeni ve düşünmede de değişimlere neden olur. Örneğin depresyondaki çoğu kişi uyumakta ve uykuda kalmakta zorluk çekerken kimileri sürekli uyur.
Depresyonun varlığı ilk kez MÖ 5. Yüzyılda Yunan hekim Hippokrates tarafından kabul edilmiştir. Depresyonun klinik özellikleri ilk kez ve belki de en iyi biçimde William Shakespeare tarafından özetlenmiştir. “Ne kadar da yorucu, bayat, yavan ve boş geliyor bana tüm bu dünyevi işler...” dedirtir Hamlet’e.
Depresyonun en sık görülen belirtileri umutsuzluk, çaresizlik ve değersizlik hislerinin eşlik ettiği, süreklilik arz eden yoğun zihinsel ıstıraptır. Dünyada majör depresyon yaşayan yaklaşık %5’lik bir nüfus her zaman vardır, bu nüfusun yaklaşık yirmi milyonunu da Amerikalılar oluşturur.
Depresyon ve stresin bedende aynı biyokimyasal değişimleri tetiklediği anlaşılmaktadır. Her ikisi de nöroendokrin sistemin hipotalamus-hipofiz-böbreküstü eksenini etkinleştirerek böbrek üstü bezlerini kortizol salgılamaya sevk eder. Kortizolün kısa süreli salgılanması faydalıyken uzun süreli salınımı zararlıdır. İştah, uyku ve enerji düzeyinde değişimlere neden olur.
Nobel ödüllü ERIC R. KANDEL’in yazdığı ve dilimize IŞIK DOĞANGÜN’ün çevirdiği SIRADIŞI BEYİNLERDEN ÖĞRENEBİLECEKLERİMİZ adlı kitaptan alıntılarla hazırla-dığım yazı kitabın çok az bir bölümü. Kitap, çok önemli nörolojik hastalıkların beyinde yol açtığı değişikliklerin PET, MR gibi yöntemlerle belirlenebileceğini anlatıyor. Ayrıca genetiğin bu hastalıklara yatkınlığını inceliyor ve gelecek için bazı ipuçları sunuyor. Kitap aynı zamanda; Psikoterapi ve ilaçla birlikte hastalıklar nedeniyle kaybedilen bazı sinapsların yeniden kurulabileceği konusundaki çalış-malara da yer veriyor ve bunların çeşitli görüntüleme metotlarıyla tespit edilebile-ceğini yazıyor. Bu konularda umutlu olmak, bir şeyler yapılabileceğini bilmek benim için çok önemli...
Ecz. Asuman Çakıroğlu
Comments