top of page

RUHSAL RAHİM:İNSAN YAVRUSUNUN BİYOLOJİK VE RUHSAL DOĞUMUNA BÜTÜNCÜL YAKLAŞIM

Bebeğin Biyolojik Rahimden Ruhsal Rahime Yolculuğu (0-5 Yaş)


Sevgili Anne-Baba adayları,

Hamilelik ve doğum süreçleri, coşku, heyecan ile kaygılar, korkular arasındaki duygular harmonisinde, bir canlıyı dünyaya getirme, bir insan yetiştirme sorumlu-luğunda, yeni rollerinize hazırlandığınız, bir dönüm noktası ve dönüşüm süreçleri.

Hamilelik, doğum, 0-5 yaş dönemi; bebeğinizin, biyolojik, psikolojik ve sosyolojik tohumlarının ekildiği, geleceğin türevleri olarak dengeyle açılmak isteyen, hepimizi ilgilendiren, yaşarken, yaşatmanın ince çeperlerinde, çok dinamik bir eylem. Biyolojik doğumda hem yapanlar ve hem yaptıranlar olarak, ihmal ve işgallerle göz ardı ettiğimiz, görünmeyen, hatta kanıksanmış, gelenekselleşmiş tıbbi, ruhsal ve sosyal pencereler var.



Günümüzde Doğumu Doğallıktan Uzaklaştıran Faktörler Neler?

Bir aile olurken, anne- babalar biricik doğum eylemlerinin, başrolünde olduğunu tekrar hatırlamalılar. Nasıl mı? Doğru sorular sorarak, araştırarak, öğrenerek, hatta belki de doğru yerden destek eğitimler alarak...

Bu soruların hepsi ayrı ayrı konu başlığı, ancak her birini ana hatlarıyla paylaşmak istiyorum ki; doğuma ait büyük resmi daha iyi fark edelim.


Neden Sezaryen Oranları Bu Kadar Arttı?

Sistemde, yani medikal tarafta doğumu yaptıran sistemin emek işçisi doktorlar çok yoğun ve bu nedenle hızlı çalışmak zorunda, bu yoğunlukta ve hızda en ufak riski göze almak istemiyorlar bir taraftan da ağır malpractis yasalarıyla karşı karşı-yalar. Bu, sezaryen endikasyonlarını biraz geniş tutmak istemelerinin en önemli nedeni.Aşırı sevgiyle veya aşırı ilgisizlikle çocuğuna yaklaşan anneler çocuğun potansiyel gelişimini bloke eden bir süreci başlatmaktadır.


Ayrıca sistemde, özelde ve devlette, suni sancı çok kullanılıyor, doğumları başlat-mak için, hızlandırmak için, gelenekselleşmiş şekilde ve belki de yoğun ve hızlı çalışmanın gerekliliğinin baskısıyla farkında olmadan rutin uygulanıyor. Doğumun doğallığını bozan, kendi hızında sakin sakin akışını bozan bir yöntem suni sancı. Çünkü bebek kendisi için henüz hazır olmayan doğum yolunda, aslında ittiriliyor. Bu hem bebeğe baskı hissettiriyor hem de yapan anneye. Annenin gerilimi arttık-ça hissettiği ağrı artıyor. Ağrı arttıkça annenin korkuları artıyor, korku arttıkça gerilimi artıyor. Korku-Gerilim-Ağrı girdabında, doğum yolu stres hormonlarının etkisiyle kapanıyor ve hatta bebeğe giden kan akışı oksijen akışı azalıyor tüm bunların sonucunda açılmayan bir rahim, ilerlemeyen bir doğum, kalp atımları düşen bir bebek ve sonuç: sezaryen kararı alınıyor.



Neden sezaryen oranları bu kadar arttı? Sorusunun diğer en önemli kısmında da anne adaylarının doğurma gücünü paramparça eden, korkularla, kaygılarla dolu zihinsel algıları var. Günümüzde yeni nesil, kültürlü, eğitimli, hayatının kontrolünü eline almış anne adayları, filmlerin, internetin, sosyal medyanın, çevrenin, zor doğum hikayeleri anlatanların etkisi altında, zihinsel algılarında doğuma dair negatif hipnozlanmış durumdalar. İşte bu anne adayları, doğumlarına çözümlen-memiş korkularla girdiklerinde, en önemli evrensel zihin yasası devreye giriyor. Zihin ne beklerse, beden onu yapar. Beden, zihnin eylem bileşenidir. Zihindeki korkular, panik duyguları, panik hormonlarını eş zamanlı başlatır ve panik hor-monları (Adrenalin-Kortizol) rahim fonksiyonlarını durdurur, dondurur, doğum yolunu kapatır. Ağrı, acı arttığı halde rahim açılmaz. Sonuç sezaryendir. Ya dayana-mıyorum diye kendisi sezaryen ister ya da panik hormonların rahime giden da-marları büzmesiyle bebeğe giden oksijen azalır. Bebek kalp atımları düşer, doktor sezaryen kararı alır. Doğumda anne adayının payına düşen, zihin algılarını bedeni-ne yol veren hormonları salgılaması için, zihnini yeniden programlamaya, daha baştan hamilelik süreçlerinde gönüllü olmasında gizlidir.


DOĞUMUNUZ SİZDEN SADECE ZİHİN- BEDEN BÜTÜNLÜĞÜ VE İDEAL ORTAM İSTİYOR:

Beden yani rahim düzgün ve fonksiyonel çalışmak için yakıtını, zihnin kendini destekleyen duyguların düşüncelerin yarattığı, salgılattığı hormonlardan alır. Zihin–Beden bütünlüğünden bahsedilen budur. Doğumunuz, yani rahiminiz sizden yani zihninizden huzur, sevgi, mutluluk hormonlarını (Oksitosin-Sevgi-güvenli bağlanma-rahmin düzenli kasılmalarından sorumlu, Endorfin-Ağrı kesici ve bağlanma, mutluluk hormonu) salgılamanızı istiyor. Sadece normal ve doğal doğumu istemek yetmiyor, hamilelik süreçlerinizi, zihninizi ve bedeninizi bütün-leştiren bilinçli gevşeme, nefes çalışmaları, otohipnozla (kendi kendine telkin verme çalışmaları) olumlamalar, imajinasyonlar, meditasyonlarla, zihninizi bedeni-nize ayarlama, doğumunuza uyumlama çalışmalarına günlük rutininizde yer vermelisiniz, zihninizi doğumun lehine yeniden programlamaya gönül verme-lisiniz. Doğum; zihnin tamamen bedene teslim olmasıdır. Düşüncelerden kurtul-duğu, nefeslerle gevşemeye, bebeğine, doğumuna odaklandığı bir trans yaratma, bir bırakma halidir.


DEMEK Kİ, DOĞURMA GÜCÜNE SAHİP ÇIKMAK DEDİĞİMİZDE ANNE ADAYININ PAYINA DÜŞEN SORUMLULUK ZİHİN –BEDEN BÜTÜNLÜĞÜNÜ YAKALAMAKMIŞ!


DOĞAL DOĞUM NEDİR? BEBEĞİNİZ VE SİZ NASIL BİR DOĞUMU HAK EDİYORSUNUZ? DOĞUMDA ANNE ADAYININ VE BEBEĞİN İHTİYAÇLARI NELER?


Bebek hazır olduğunda bebekten salgılanan bir madde ile doğumun kendiliğin-den başladığı, mümkün olduğunca müdahale edilmeyen, kendi hızında akmasına izin verilen, çok sık muayene ve uzun Nst (Bebeğin kalp atımları ve rahim kasılma-larının kaydedilmesi) takiplerinin yapılmadığı, anne adayına hareket özgürlüğü tanıyan, aç susuz bırakmayan, doğumun istediği mahremiyet sınırlarına saygı gös-terilen, öncelikle anne ve baba adayının ihtiyaçlarına hizmet eden, sessiz, sakin hatta hafif müzikle, loş ışıklı, ideal ısıda, ideal ortamın sunulduğu, anne adayının en çok güç aldığı baba adayının da ortamda olmasına ve bebeğinin doğumuna tanıklık etmesine izin verildiği, doğumdan hemen sonra anne memesiyle anne teniyle, bebeğin çıplak ten tene temasla buluşturulduğu, bağlanma hormonları-nın iki kat daha arttığı, bir daha tekrarı olmayan bu anın mümkün olduğunca uzun olmasına izin verildiği, kordonun en az 1 dakika beklendikten sonra kesildiği, aileye ve bebeğe saygılı bir doğum şeklidir. Unutmayın, layık olduğunuz doğumu talep etmeye hakkınız var. Daha fazlasını bilmeye, öğrenmeye, uygulamaya gönüllü olun, yeter ki fark edin ve isteyin...


GELELİM DOĞUMA DAİR BÜYÜK RESMİN DİĞER PARÇALARINA:

Bebeğim nasıl bir varlık? Ruhsal ihtiyaçları neler? Hem anne karnında hem doğarken hem doğum sonrasında yaradılışından getirdiği potansiyellerin sağlıklı açılması için nasıl bir dış dünya istiyor? Hangi potansiyellerle doğuyor? Bu ebeveyn olma yolculuğu? Nasıl bir annelik? Nasıl bir emzirme süreci? Nasıl bir aile ve dış çevre? Bebeğin ruhsal yapılanmasının psikolojik tohumları anne karnında başlıyor. İstenen ya da istenmeyen bebek olmasından tutun, annenin duygusal durumundan akanlar, doğumda maruz kaldığı uyaranlar bir duygu radarı olduğu için beden kayıtlarına, duygu hafızasına alınıyor. Ancak hepsinden önemlisi, bebeğin biyolojik doğumla başlayan, beş yaşına kadar devam eden ruhsal rahim diye adlandırılan dönemidir (0-5yaş dönemi). Bu dönem insan hayatının şifresi, anahtarı, haritası anlamında bir dönem. Kendilik algılarının, kimlik, kişilik örüntülerinin ve cinsel kimliğin belirlendiği bir ruhsal tohum dönemi. Bebek doğduğunda kendiliği ve dış dünya hakkında hiçbir fikri olmayan, içgüdüleri, dürtüleri, refleksleri, beş duyusuyla, bakıma muhtaç, çaresiz, farkındalık düzeyi olmayan ama organik bir bilgisayarın hardware’ı gibi, duygu radarı gibi, dünyayı ve kendiliğini kendisine anlatacak bir rehbere ihtiyaç duyan, bir program yazıcı gibidir adeta... Bu rehber, ilk bakım verendir ki bu genellikle annedir. Siz ebeveyn-ler olarak, bebeğinizin zihninde, kendi zihinsel tasarımlarınızla, bebeğinize ve dış dünyaya ne anlamlar yüklüyorsanız, duygu regülasyonlarınızı, dış dünyayla ilgili iletişiminizi hangi stratejilerle yapıyorsanız, aynen bir matematik formül gibi, hiçbir tesadüfe yer olma-yan, ne verirseniz onu alacağınız bir hologram, bir sanal program yüklüyor olacaksınız ruhsal rahim döneminde bebeğinize.

Bu programla, çocuğunuza, geleceğinin ruhsal yolculuğunun anahtarını, şifresini, yol haritasını vermiş olacaksınız. Ve artık, hayatı boyunca, tüm ilişkilerinde, iletişim biçimlerinde, o şifreyi, o anahtarı, o haritayı kullanacak. Tıpkı, 0-5 yaş döneminizde, ebeveynlerinizle, size yüklenen ruhsal yolculuğunuzun haritaları gibi...

Yani, hayat, metafor olarak bir tiyatro oyunuysa, ya; oyununun hem senaristi hem yönetmeni hem gözleyeni hem sahnedeki oyuncusu olacak, ya da oyununun sadece seyircisi, figüranı. Hayat bir araba yolculuğuysa, ya direksiyona geçip, gerçekten, coşkuyla gitmek istediği yollara gidecek ya da anahtarı başkalarına teslim edip yan koltukta ya da arka koltukta oturmayı seçerek, gitmek istediğini zannettiği sahte yollara sapacak.


Ruhsal Rahim de aynı biyolojik rahim gibi üç dönemden oluşur. Oral-Anal-Fallik dönem olmak üzere... Hamileliğin ilk üç ayı maruz kalınan dış etkenler açısından ne kadar önemliyse, oral dönem de bir o kadar önemlidir. Bebeğin ruhsal ihtiyaç-larının karşılanmaması çok ciddi sorunlara yol açar. Bu dönemlerin her birinde, geleceğin türevleri olarak açılacak potansiyelleri, ruhsal ihtiyaçları farklıdır bebeğin. Bu potansiyeller yerinde yeterince doyurulursa ruhsal gelişim sağlıkla devam eder, desteklenmezse ruhsal gelişim bloke olur.


ORAL DÖNEM (0-1 yaş):

Emzirme dönemidir. İlk kendilik algısının ve temel güven duygusunun, ilk bireyleşme tohumlarının atıldığı dönemdir. Çocuk dış dünyayı algılamaya anne memesini ağız yoluyla içe alarak başlar. Yani emzirirken ki anneden bebeğe akan duygusal tonlar kayıt edilir. Burada annenin tutuşu, dokunuşu, ses tonunun tınısı, göz temasındaki duygu aktarılışı, ruhların kaynaşması çok kıymetlidir. Bebek hem açlığını hem de ruhunu doyurmaktadır. Bebekle anne, ayna nöronlarıyla sağ beyinden sağ beyine, sanki bir wi-fi ağıyla birbirlerine bağlanmış gibidirler. Bu dönem, annenin hep göz önünde olması, anne bebek ruhlarının kaynaşması çok önemlidir. Annenin bebeğin beş duyusuna verdiği uyaranların kalitesi çok önemli-dir. Altını değiştirirken bile yüz ifadesini ekşitmemek, anne kaygılı, stresli olduğu durumlarda sakinleştikten sonra emzirmeyi tercih etmek önemlidir. Stres hormonları, sütle bebeğe akar. Bebek, anneyle birleştikten sonra, anne vücuduyla kendini bir gördükten sonra yeterli donanım ve kapasiteye ulaştığı dönemde, altı aydan sonra kucakta kendini arkaya atarak, annenin kucağından kayarak inme çabalarıyla, emeklemeye ve yürümeye başladığı dönemlerde, anneden ayrışmayla ilgili egzersizlere başlar. İlk birey olma denemeleridir. Belirli bir metre anneden uzaklaşan bebek aradaki mesafenin açıldığını fark edince paniğe kapılıp tekrar anneye geri döner. Aralarında gizli bir aura vardır. Annenin buradaki bakışları çok önemlidir. Ben buradayım, korkma seninleyim mesajını içeren, bir taraftan da daha uzağa gitmesini cesaretlendiren bir bakış ve hissediş çocuğun birey olma konusundaki cesaretini, motivasyonunu arttırır. Bu çocuk, sağlıklı gelişim çizgi-sinde olan çocuktur. Annenin korkak ürkek ba- kışları, çocuğun kendisinden uzaklaşma çabalarına negatif duygular, ifadeler alan bebek, panik hissiyle ayrışma isteklerinden vazgeçerek, annesiyle tekrar kaynaşmaya yönelir. Bu durum ruhsal gelişmeyi bloke eder.


İdeal anne; bu dönemde bebeğini seven, koruyan, kollayan, şefkat duygularını ona hissettiren, onun birey olma konusundaki ufak çıkışlarını destekleyen annedir. Aşırı sevgiyle veya aşırı ilgisizlikle çocuğuna yaklaşan anneler çocuğun potansiyel gelişimini bloke eden bir süreci başlatmaktadır. Aşırı doyurulan bebekler belirli oranlarda früstre edilmediğinden yani engellenmediğinden doyumsuz olacak ve narsist bir kimlik geliştirecektir. Bağımsızlık arayışları anneleri tarafından bloke edilen ve dış dünyanın tehlikeli olabileceği ile ilgili sinyalleri annesi vasıtasıyla alan bebek bağımlı ve çekimser bir kişilik örüntüsü içine girebilecektir. İlgisiz ve sevgi-siz bir ortamda yetişen bir bebek ise otistik bir dünyaya kucak açacak ya da bu bebeğin motor ve zihinsel gelişimi fazlasıyla yavaşlayacaktır. Bu dönem alma verme dengelerinin oluştuğu, güvenli bağlanma ve temel güven duygusunun, ilk kendilik çekirdeğinin temelinin atıldığı dönemdir. Temel güven duygusu geliştire-memiş bireyler, içlerini hiç dolduramadıkları bir boşluktan bahsederler. Nesnelere bağlanırken aşırı bağlanma, bağlandıktan sonra da onları kaybetme duygusu yüksek düzeydedir ve temel güvensizlik duygularını örtebilmek için yoğun bir efor harcarlar ve nesneleri hep ellerinde tutmaya çalışırlar.


ANAL DÖNEM (1-3 yaş):

2 yaş sendromu olarak bilinen, emzirmenin kesildiği, tuvalet eğitiminin verilmeye başlandığı dönemleri de kapsar. Kimlik, kişilik örgütlenmelerinin oluştuğu dö-nemdir. Bu dönem çocukta, bağımsız, özerk davranabilme, inisiyatif kullanma, karar alabilme, karar mercii hissetme, iradenin keşfedildiği dönemdir. Anne bu dönemde çocuğun bu bağımsızlık arayışlarını destekler ve çocuğu olabilecek tehlikelerden koruyarak onun varoluşuna izin verirse, bağımsız ve özgür bir bireyin ilk çekirdeğini atar. Anne böyle yapmaz da, şefkat kanatlarını gereğinden fazla çocuğun üzerine kanatlandırır da çocuğun bağımsızlık arayışını-özerkleşme çabalarını –özerk olma duygusunu koruma kollama adına engellerse kısır güdük, karar alamayan, inisiyatif kullanamayan, otorite karşısında her zaman bağımlı, aciz bir varlık olarak geleceğinin tohumlarını atmış olur.


Ebeveyn çocuğun birey olma özlemlerini destekleyip realitenin acı gerçeklerini de bir taraftan gösteriyorsa, saygıyla, şiddetsiz iletişim dili kullanarak, özgür, özerk ve bağımsız bir kimliği oluşturur. Çocuk bu kimliği oluştururken iki güzergahta çalışır. İlki anne babayı model alarak dış dünya ile yani nesne ile sağlıklı iletişimin yollarını öğrenir. İkincisi, anne baba ile iktidarı paylaşırken, kendi iktidar alanına saygı duyulması ve tercihlerine önem verilmesi ama realitenin sınırlarının zorlan-maması şeklinde bir eğitim modeli çocuğun sağlıklı kimliğinin daha da pekişme-sini temin eder.


Çocuğun bağımsızlık arayışları, birtakım girişim ve kararları aile tarafından ket-lenirse çocuk yaptığı eylemlerden hep kuşku duyar. Daha sonraki hayatında bağımsız olarak verdiği her karardan kuşku duyduğu için başkasından onay alma gereksinimi içinde olur. Veya bu dönemde çocuğun ortaya koyduğu eylemler ve acemi teşebbüsler aile tarafından alay konusu edilirse, çocuk içinde utanç çekirdeğini geliştirir. Gelecekte toplum içinde yapacağı her eylemden sonra alay edileceği endişesi duyan, utanç çekirdekli bir kimlik meydana getirir. Toplum içinde yaptığı her türlü eylemden çekinir, utanır, korkar, ürker. İşte bağımlı, çekimser, sosyal fobik yapının kaynağı budur. Bu ihtiyaçlar, yerinde-yeterince karşılanmadığında, matematik formül gibi ne verirsek o çıktıyı aldığımız, kimlik, kişilik, kendilik sorunları ortaya çıkacaktır.


FALLİK DÖNEM (3-5 yaş):

Cinsel kimliğin oluştuğu evredir. Üç yaşına kadar çocuğun fark ettiği, ikili ilişkidir. Artık bir üçüncü kişi fark edilir. BABA... O güne kadar unisex olan çocuk, bir cinsel kimliğe ait olması gerektiğinin farkına varmıştır. Anne baba arasında farklılıkları tespit etmiştir (meme-sakal-penis farkı). Çocuk erkekse kendini babaya, kızsa anneye benzetecektir. Birey olarak insan olmanın dışında bir de sosyal rol ortaya çıkmıştır ya erkektir ya da kız. Fiziksel yapı erkek ya da kız olabilir ama bu durum cinsel kimliğin, kişiliğin aynı doğrultuda olacağı anlamına gelmemektedir. Erkek bir fizikten kadınsı bir cinsel kimlik ve tam tersi de bu dönemde olabilmektedir. Bu da olayın tamamen bir sanal program olduğunu bize göstermektedir.


Bu dönemin birkaç bağlamı vardır:

1- Erkek ve kadınlığın keşfedilmesi

2- Özdeşimlerle bu rolün benimsenmesi

3- Benimsenen bu rolün realize edilerek karşı cinse ulaşma çabaları ve hemcinsini yok etme para doksuna girilmesi

4- İçselleştirilen anne baba figürlerinin ve onların temsil ettiği değer yargılarının oluşturduğu süper-egonun olaya dahil olması


Erkek ve kız çocuğunun cinsel çatışmaları ve paradoksları atlatması ve süper-egosunu razı ettirmiş bir şekilde bu devreyi geçmesi sağlıklı bir cinsel kimlik oluşumuyla mümkündür. Fallik döneme kadar, düşünme sistemi ve kişilik oluşumu gerçekleşirken, bu dönemde varoluşun daha ince detayları ve estetik yapılanmaları gerçekleşmektedir. Çocuk bu dönemde soru üstüne soru sorar. Ebeveynin, çocuğun sorularını ciddiye almaması, onu muhatap kabul etmemesi, onu terslemesi ve ciddi olmayan cevaplar vermesi çocuğun girişimcilik ruhunu zedeler. Böyle bir çocuk daha sonraki hayatında, bilmediği konularda soru soramayacak, ilgi duyduğu alanlarda bilgi sahibi olamayacaktır. Çocuk masumca sorduğu, cinsellikle, Tanrı’yla, ahiretle, ölümle ilgili sorularda ebeveynlerini panik-lettiğini fark eder. Bu sorulara muhatap olan ebeveynler, soruya cevap vermek yerine çocuğu suçlayan azarlayan ayıp günah kavramlarını öne çıkaran bir yak-laşım izlerlerse çocukta suçluluk duygusu oluştururlar. Girişimleri engellenen çocuk yeni girişimlerinde o motivasyon ve enerjiyi suçluluk duyguları yüzünden yakalamakta hep güçlük çekecektir. Ya içine kapanacak, küskün, aciz, zavallı bir konum belirleyecek ya da duygularını ifade etmek için aşırı saldırgan bir tavır sergileyecektir. Ve her yaptığı girişimde ürken, korkan, birilerinden onay alma ihtiyacı hisseden, suçluluk duygularını hisseden bir varlık olarak hayatını sürdürecektir. Tüm bunların ötesinde erkek çocuğunun kendini erkek gibi hissetmesi ve bundan suçluluk duymaması, kız çocuğunun da kendini kız çocuğu gibi hissetmesi ve bundan hiçbir suçluluk duymaması da sağlıklı bir ruhsal gelişimin ifadesidir. Cinsel kimlik utanılacak ve saklanacak bir şey olmayıp varlığımızı devam ettirecek, gurur duyacağımız bir özelliğimizdir.


Bebeğiniz, gelecekteki ruhsal yaşamının, kendiliği ve dış dünyayla ilgili açılımlarını, “İyi ki” bilançolarıyla doldurmak ve yaşantılamak istediği için, ruhsal rahimdeki ilk provasında, dış çeperleri olan siz ebeveynlerinden, koşulsuz sevgiyle, varlığının onaylandığı, kabul edildiği, ilgilenildiği, hatalarına rağmen, saygıyla, şefkatle kap-sanarak, dış gerçekliklerle tanıştırıldığı, güvenli bağlarla, ayrışmasının, bireyleşme-sinin tutarlı bir şekilde desteklendiği, öz-sevgi, öz-şefkat, öz-değer ve öz-etkinlik bakiyeleriyle donatıldığı, coşkuyla, spontaniteyle, keşfetmeye gönüllü, pes etmeyen doğasıyla bir kendilik, gerçek kendilik inşa etmek istiyor. Keşke bilançolarıyla dolu, değersizlik, yetersizlik, çaresizlik, suçluluk, utanç, zorlanma, saplantı duygularıyla değil. Bebeğinizin, mikro reseptörlerindeki koşulsuz sevgi ile kapsanmak, işgal, ihmal, terk kavramlarının, sizin zihinsel tasarımlarınızdaki makro anlamlarını, tam da düşünme ve bebeğinizin açılmayı bekleyen potansiyelleriyle uzlaştırma zamanı.


Her şey bir tohumla başlar. O tohum, özündeki meyveyi, çiçeği vermeden önce köklenir. Köklenmek içinse, uygun iklim, verimli toprak, yerinde yeterince su, ısı, ışık, mineral ister. İşte ebeveynlik, ehliyeti olmayan bir meslek. Ömür boyu sürecek bu meslekte, bir yol haritasına ihtiyaç var.

“Çocuklarımız, aynı bir tohum gibi geleceğe gönderdiğimiz canlı mesajlardır.”



OP.DR. TÜLAY EGELİ – KADIN HASTALIKLARI VE DOĞUM UZMANI

bottom of page