top of page

ECZACI MESLEKTAŞLARIMIZIN DEPREM BÖLGESİNDEN PAYLAŞIMLARI


Dayanabilmenin sınırsızlığını, çaresizliğin yıkıcılığını, “Yok” kelimesinin kavurucu sıcaklığını artık başka bir boyutta hissediyordum. Evlat yok, annen yok, baban yok, en sevdiklerin, evin, yurdun yok. Yaşadığın onca yıl bir anda yok...


Hatay’da 3 gün..

İnsan neden gönüllü olur? Hiç tanımadığı, hiç bir kan bağı olmadığı insanların yanında olmak için hiç bilmediği bir kaosun içine neden girer?

Ben bu soruları gittiğim gün yaşadığım 6,4’lük depremden kaçarken, gözümün önünde yer yarılmışken sadece 3 saniye düşündüm. Değer mi 2 çocuğunu bıraktın geldin dedim, kendi kendime.

Yer durdu, şok geçti, sahra eczanesinde çalışmalar yeniden başladı ve yola çıkarken içimi kaplayan huzuruma tekrar kavuştum, iyi ki buradayım. 6 Şubat sabahından beri kavramlarım değişmeye başlamıştı.

Dayanabilmenin sınırsızlığını, çaresizliğin yıkıcılığını, “Yok” kelimesinin kavurucu sıcaklığını artık başka bir boyutta hissediyordum. Evlat yok, annen yok, baban yok, en sevdiklerin, evin, yurdun yok.


Yaşadığın onca yıl bir anda yok...

Bu duygular ile baş edemediğim için gittim. Ne yaparsam yapayım yetemediğimi hissettiğim için gittim. Elim değer gözüm görürse rahat ederim diye gittim. İnanmak istemediğim durumları anlamaya gittim. Altı üstü 3 gün...

20 gönüllü eczacının olduğu ve çay&kahve molası veremeden çok yoğun olarak çalıştığı, banko önündeki kuyruğun hiç bitmediği bir eczane düşünün. Bir de, dişinizi fırçalamayı içme suyunu bitirmemek için ötelediğinizi, duşu aklınıza bile getirmediğinizi, çadırda yatıp depremzedenin yemeğini yemekten utandığınızı hayal edin. Bu ruh hali ve yorgunlukla “enkazdan” çıkıp gelen, gözleri toz dolmuş o adama göz damlası veremediğinizi, ellerine krem verseniz bile ağrıyan beli için ağrı kesici merhem YOK dediğinizi düşünün.

Kaşıntıdan yara olmuş o küçük vücutlara uyuz kremi YOK, bit şampuanı YOK dediğinizi, diş macunu diş fırçası zaten YOK seninki lükse girer buralarda diye içinizden geçirdiğinizi düşünün. Meslektaşlarım tarafından Türkiye’nin dört bir tarafından tonlarca ilaç geliyor ama yetmiyordu.

Gidip görmek ilk günden beri beynimde oturmayan parçaların birleşmesine ve inanmak istemediklerim ile yüzleşip “kabullenmeme” imkan verdi.

Hayatın her alanında “Kabullenebilmeyi” harekete geçmek için bir başlangıç noktası olarak kabul ediyorum. TEB (Türk Eczacılar Birliği) Sahra eczanelerine gelen insanların yaralarına ilaç olmak çok önemli ve çok insanî. Ancak yaraları kurutmak ve yaraların bu kadar derinleşmesini önlemek için aklı, bilimi, hukuku kullanarak çalışmak en az o kadar önemli Herkesin kendi evinin önünü süpürmesi gibi kendi sektörünün yasal süreçlerini, dayanaklarını, kanunlarını iyi bilmesi ve eksiklerin tamamlanması için gerekli tüm mercilere destek vermesi gerektiği inancındayım.

Şu konunun altını önemle çizmek isterim; Türk Eczacılar Birliği bir meslek örgütü ve aynı zamanda sivil toplum örgütüdür. Organizasyon bilinci ve kabiliyeti ile 1 hafta içinde 28 sahra eczanesi açabilmiş ve bu eczanelerdeki eczacılar gönüllü olarak çalışmıştır. İlaçlar ise halk, eczacı, ilaç deposu, ilaç firması dayanışması ile toparlanarak ve tüm kaynaklar seferber edilerek bölgeye yine eczacılar tarafından gönderilmiştir. Bu seferberliğin mesleğimiz ve halk sağlığı açısından en önemli noktası ise her koşulda olması gerektiği gibi ilaçlar bizzat eczacı danışmanlığında halka dağıtılmıştır.

Hatay Sahra Eczanesinde çalışmış bir eczacı olarak tespitim şudur ki; TEB Sahra Eczaneleri bölgede olmazsa olmaz acil durum ve ilk basamak sağlık kuruluşlarıdır. Acil durum olmasının nedeni arama kurtarma ve acil servis gibi birimlere de hızlı bir şekilde ilaç desteği sağlayabilmesidir. İlk basmak olmasının nedeni ise eczanelerin deprem bölgesinde bile toplumun ilk başvurduğu sağlık kuruluşu olma özelliğini korumasındandır.

Bundan sonraki süreçte, bu eczanelerin sürdürülebilir olması için Sağlık Bakanlığı’nın devreye girmesi şarttır. Yerel eczacı ve eczane teknisyenlerine istihdam sağlaması ve ilaç stoklarını ihtiyaca göre güncelleyerek aralıksız akış sağlayan sistemleri oluşturması şarttır.

Birliğimizin ne kadar büyük işler yaptığını, biz eczacıların nasıl fark yarattığını tüm Türkiye gördü. Ancak TEB de geliştirilmesi gereken konular için çalışmalarını yapmalıdır. Mevcut konteyner eczanelerin sayısı arttırılmalı, özellikle İstanbul gibi riskli ve büyük şehirlerde eczacı odalarının şubeleri dahil her lokasyonda harekete hazır, içinde buzdolabı, jeneratörü ve acil ilaçları olan konteyner eczaneler sahaya inmeye hazır bekletilmelidir.

Bir de bizi çok yakından ilgilendiren ve deprem sonrasını şekillendirecek olan yasal mevzuat konusuna değinmek istiyorum. TEB’in ve diğer eczacı örgütlerinin başta Sağlık Bakanlığı olmak üzere tüm idari mercilere rapor ve çalışmalarını ivedikle sunması ile yasal süreçlerin ve kanunların teminat altına alınması şarttır. Bu konuların takipçisi olmak da bizlerin görevidir. Yoksa 6 Şubat’ta canını kurtarabilmiş, enkazın başında beklerken, tek derdinin insani ihtiyaçlarını karşılamak olması gerekirken, 15-20 Şubat’taki çek ödemesini dü- şünmek zorunda kalan, mücbir sebeple bile çeki ödemediğinde hakkının korunduğundan emin olamayan meslektaşlarımızın çaresizliğinden dersimizi almamış oluruz. Çünkü bu konularla ilgili bir tek kural, kanun, yönetmelik veya mevzuat YOK(tu)! Yağmalanan, yıkılan, yıkılmasa bile hizmet vereceği halkı kalmamış eczanelerin durumu ne olacaktı? Var mıydı önceden yapılmış bir plan, kanun, mevzuat? O da YOK(tu)! Ben de birçoğumuz gibi “olur mu öyle şey mutlaka VARDIR” diye düşündüm ama olmadığını içleri yanarken ne yapacaklarını bizlere soran eczacılarımızın halinden öğrenmiş oldum.

OHAL ilanı ile alelacele yayımlanan Sağlık Bakanlığı genelgelerini düzeltmek için üstüne 3 genelge daha çıkarmak zorunda kalmadan, bugünden planlı ve uygulanabilir Acil Eylem Planları’nı önce odalarımız kendi illeri özelinde, sonra TEB tüm Türkiye genelinde ve tabii ki Sağlık Bakanlığı hukuk nezdinde yeniden yapmak zorundadır. Bakanlığı akıl, bilim ve hukuk zemininde tutmak bizim görevimizdir.

"Hayatın her alanında “Kabullenebilmeyi” harekete geçmek için bir başlangıç noktası olarak kabul ediyorum. TEB (Türk Eczacılar Birliği) Sahra eczanelerine gelen insanların yaralarına ilaç olmak çok önemli ve çok insanî. Ancak yaraları kurutmak ve yaraların bu kadar derinleşmesini önlemek için aklı, bilimi, hukuku kullanarak çalışmak"


Bu yazıyı okuyan “Sen” belki gönüllü olarak gidemezsin, gitmek zorunda da değilsin.

Ama bak mesela yarın; beğendiğin ayakkabı ile bir çadır alabileceğini, göz koyduğun çantan ile onlarca ısıtıcıyı yükleyebileceğini, ödediğin yemek faturası ile konserveleri dizebileceğini düşünebilirsin. Bunları elleriyle tek tek, kapı kapı gezip o yaralı yüreklere ulaştıran kanatsız meleklere bir nefes olabilirsin.

Doğal afetin faciaya dönüşmesine neden olan AHLAKSIZLIĞIN ne demek olduğunu düşünebilirsin.

Ahlaksızlığın hakkın olmayan için rüşvet vermek olduğunu çocuğuna anlatabilirsin. Yine istersen imar affına göz yummak, umut bağlamak, affı çıkaranlara alkış tutmanın ne büyük ahlaksızlık olduğunu anlatabilirsin.

Kul hakkı yemenin ne olduğuna değinmek istersen enkazda bekleyenleri gösterebilirsin. İnsan olduğunu hatırlamak istediğinde vicdanına ENKAZLARDAN GELEN sesi anımsatabilirsin... “sesimi duyan var mı”?

Ve mesleğini saygı ile yapan meslektaşlarım için hayata dair eşsiz bir tavsiye ile bitirmek isterim;

Vatanını En Çok Seven İşini En İyi Yapandır... M.Kemal Atatürk

Ecz. Tuğçe Halaçoğlu

22 Şubat Çarşamba günü Antakya İl Sağlık Müdürlüğü bahçesinde Türk Eczacıları Birliği’nce kurulup organize edilen sahra eczanesinde İstanbul Eczacı Odası ve Etkin Eczacılık Derneği üyesi meslektaşlarımızla birlikte yürütülen gönüllü çalışma dönemimizin ardından bölgeden ayrıldık.

Tablo şöyle;

Antakya’da içinde yaşanabilecek bina neredeyse kalmamış. Kalan insanların çoğu ya enkaz bekleyenler ya da gidecek yeri olmayanlar...

Kaldığımız süre boyunca sürekli artçı depremlerle sallanmaya devam ettik. Asla unutturmadı altımızda birşeylerin oynamakta olduğunu...

Bölgeyi, yaşananları, çaresizliği, herşeye rağmen ortaya konulan birlikteliği ve yaşatılmaya çalışılan güzellikleri anlatabilmek adına;

Bir boğaz pastili verdim diye elimi tutup üç kere sesi titreye titreye Allah razı olsun diyen amcayı mı,

Yaşadığı coğrafyaya ve içinde olduğu sert kültüre rağmen utana sıkıla gelip kulağıma eğilip “kızıma ped lazım n’olur genç kız o, birkaç paket de olsa yeter şimdilik” diyebilen kara kaşlı dayıyı mı,

Girişin önüne koyduğumuz mamalara uzaktan bakıp da bizler “lütfen çekinmeyin alabilirsiniz ne lazım” diye sormazsak, değil elini uzatmak doğru- dan bakamayıp göz ucuyla inceleyen anneleri mi,

Elleri enkaz kaldırmaktan parçalandığı için nemlendirici sorup, eline bir miktar sıkıp tüpün kalanını “benden daha çok ihtiyacı olanlara verin lütfen” diyip bırakan görevli personeli mi,

Sabaha karşı 5.00’te çadır eczane nöbetinde buz gibi havada ateş başında ısınmaya çalışırken “çorba çıkmış hemen getirdim, bir de sucuk kızarttım size, sıcak sıcak yiyin için” diye elinde yemeklerle gelen uzman çavuşu mu,

Çadıra gelen Türkçe bilmeyenlere Arapçasıyla tercümanlık eden ve her boş kaldığında bir anda yanımızda bitip “abi kahve getirdim alır mısın?” diyen 10 yaşındaki depremzede Ahmet’i mi anlatmalı bilemedim...


Antakya’dayken yakalandığımız 6.4’lük depremde çadırdaki tüm ilaçlarımız ve raflarımız darmadağın olsa da tüm ekip sabaha kadar uyumayıp çadırı tekrar hizmet verir hale getirdi. Ekip de maşallah iyiydi; serbest eczacılar, teknikerler, farmakoloji hocalarımız, hekim arkadaşlar dahi vardı....


Son gün akşamüstü artık çadırdan ayrılıp Adana Havalimanı’na ucu ucuna yetişen bizlere açız diye havalimanının girişinde kaldırıma masa kurup kebap yediren Adanalı karı-koca meslektaşlarımızı da anmadan geçmemeli...

Çok güzel çok kıymetli insanlarla tanıştık... Hiçbirinizin ayağına taş değmesin...


Bölgede vatandaşın ilaç ve hijyen malzemesine erişimini kendi özsermayeleri ve işgücüyle sağlayan eczacı meslektaşlarımıza, teknikerlerimize, diğer sağlık çalışanlarına, organizasyonu sağlayan tüm meslek örgütlerimize teşekkürler...

Ecz. Ceyhun Kabahasanoğlu


“Sesimi duyan var mı?”...

Bazen hayatınızda unutulmaz izler bırakan zamanlar vardır, yaşadığımız bu zor günlerde yaralar birlikte sarılacak diyerek benim de bir damla katkım nasıl olur derken hiç bir yerlere sığamazken, içime sindiremezken hiçbir şeye yetemediğimi, yetişemediğimi düşünürken kendimi burada buldum.

Yok kelimesi artık benim için çok farklı anlamlar taşıyor, annen yok baban yok eşin yok evladın yok kardeşin yok, işin evin şehrin yuvan yok Paran var ama harcayacak yer yok.

Ama yinede tüm kayıplarını gömüp geride kalanların yaralarını sarmak için koşanlar var.

Ailesini, eczanesini, evini kaybetmiş ama gece gündüz demeden köylere yardım götüren meslektaşım var.

Oradaki tüm yaralı yüreklere şifa dağıtmak için gönlüyle, ilacıyla, bedenindeki tüm enerjisi ile orada olan Türkiye’min dört bir tarafından meslektaşlarım var. Yan çadırı Sahra hastanesi yapmış, hastaya bakmak için evini ailesini bırakıp günlerdir orada yaşayan doktorlarımız var...

Birbirini hiç tanımayan ama sanki yıllardır omuz omuza birlikte çalışmış gibi tek yürek olabilen insanlar var.


Sevgi var Vicdan var Ama çok da korku var...

Bu yaralı günlerin ilacı olan kanatsız melekler varmış bunu da gördüm, hiç tanımadan senin yanındayım dediğinde bir sıcak gülümseme ile içlerin nasıl ısındığını, yüzlerin nasıl aydınlandığını gördüm

Ve bir daha dedim ki iyiki eczacıyım...

Ecz. Nuray Dursun

bottom of page