top of page

9.PEDİATRİK PROBİYOTİK PREBİYOTİK AKADEMİSİNDEN NOTLAR

22 Şubat’ta başlayan ve 6 gün süren 9. Pediatrik Probiyotik Prebiyotik Akademisi’nde her konu bir birinden değerliydi. Özellikle anne sütü üzerinde durulan kongrede, birçok hastalığın mikrobiyotamız ile bağlantısı ve bu konudaki araştırmalar anlatıldı.


Konulardan biri de Prof. Dr. Ateş Kara Hocamızın anlattığı anne sütü mikrobiyotasıydı. Her doğan bebeğin anne sütü emmesini hem doktorlarımız ve hem de biz eczacılar daima öneriyoruz ve önemsiyoruz. Anne sütünün emzirme dönemine göre, gebelik dönemine göre ve bebeğin yaşına göre değiştiğini biliyor muydunuz? Hatta günün saatine göre, bebeğin cinsiyetine göre, emme saatine göre, annenin beslenmesine göre değiştiğini düşünmüş müydünüz? Annenin geçirdiği enfeksiyonlar da anne sütünü etkiliyor. Anne sütünün mikrobiyotası bu yüzden çok önemli. Anne sütünde bulunan oligosakkaritleri (ki bunlar immun sistemi destekleyen aktif ajanlardan biridir) en iyi kullanan bakteriler, bifidobakterilerdir. Bifidobakterilerin atıkları da diğer bakterileri besler. Dolayısıyla anne sütü mikrobiyotasının güçlenmesi, bebeğin bağışıklık sistemini olumlu olarak etkiler. Gebelik döneminde alınan probiyo- tikler de anne sütü mikrobiyotasında önemli rol oynuyor. Özellikle Lactobasiller ve Bifidobakteriler veya bu ikisinin karışımını kullanmak amaca uygun oluyor.


Verdiği bilgiler için Ateş Kara hocamıza teşekkür ederim. Sağlıklı günler dilerim.

Bağışıklık sisteminin başlangıç yeri ağız ve burun mukozasıdır. Ağız içinde; dişte, tükürükte, diş etlerinde ve boğazda çok sayıda ve çok geniş bir çeşitliliğe sahip ekosistem olarak adlandırabileceğimiz bir mikroorganizma topluluğu vardır. Sağlıklı bireylerde bu mikroorganizmalar birbirleri ile uyum halindedirler ve hastalık yapıcı etkiye sahip yabancı bir mikroorganizmanın bu alana yerleşmesine ve barınmasına izin vermezler. Böylece ağız içindeki ekosistemimiz bizi hastalıklardan korur. Fazla miktarda diş macunu (tüm diş fırçasını kaplayacak şekilde) kullanmak veya çok sık ağız çalkalama solüsyonları, gargaralar vb. ürünleri kullanmak bu doğal ekosisteme zarar verebilir. Burun içi mukozası, silyer tabaka ve mukus da benzer şekilde koruyucu bir misyona sahiptir. Sağlıklı burun mukozası, burun içinde yer alan kıllar ve mukus tabakası burundan solunum yaparken hava ile birlikte aldığımız hastalık yapıcı (patojen) etkiye sahip mikroorganizmaların yaşamasına izin vermez, dışarı atılmasını sağlar.

Patojen etkenlere karşı bariyer vazifesi gören bir diğer organımız midemizdir. Midenin çok yüksek asidik ortamı mikroorganizmaların yaşamasına izin vermez. Bu nedenle asit salınımını baskılayan ilaçların doktorun gerekli gördüğü süreler dışında uzun süreli kullanılmaması da önem arz etmektedir. Bağışıklık sistemi bileşenlerinin %70’i bağırsaklarda gelişir, olgunlaşır. İnce bağırsağın iç yüzeyi özel bir epitel tabaka, ince tüyler ve mukus ile kaplıdır. Kalın bağırsaklar ince bağırsaklara göre iki kat daha sağlam tabakalarla kaplıdır ve bu alandaki mukus tabakası da çok katlıdır. Kalın bağırsaklarda atık maddeler daha fazla olduğu için korunma kalkanı da daha sıkıdır. Hücreler arası bağlar çok sıkı örülmüştür. Kalın bağırsaklarda beslenmeyle aldığımız çözünmeyen lifler (pırasa, enginar, kuşkonmaz, yer elması, muz, soğan vb. gibi) bifidobakteriler tarafından kısa zincirli yağ asitlerine dönüştürülür. Kısa zincirli yağ asitleri bebeklerde beyin gelişimi başta olmak üzere, bağırsak epitel hücrelerinin gelişmesinde de etkilidir. Aynı zamanda diğer faydalı bakterilerin çoğalması üzerinde de olumlu etkileri vardır. İnsanoğlunun yaşamsal döngüsünde lif tüketimi eski zamanlara göre oldukça azal- dı. Buna paralel olarak bağır- sak ekosistemimizin çeşitliliği de azalıyor. Dolayısıyla bazı yiyecekleri iyi sindiremiyor veya bazı vitaminleri daha az sentezleyebiliyoruz. Aynı zamanda bazı ilaçların kronik kullanımı (antibiyotikler, bazı ağrı kesiciler) ve bazı yiyeceklerin (kişiye özgü olarak değişkenlik gösterebilir) aşırı tüketimi bağırsaklardaki ekosistemin çeşitliliğini bozar, bu durum bağırsakları koruyan mukus üretiminin azalmasına neden olabilir. Tüm bu olaylar çerçevesinde bağırsak iç yüzeyi daha az korunur hale geldiği ve hücreler arasındaki sıkı kavşaklar gevşediği zaman bağırsak duvarı zararlı/ istenmeyen/toksik maddelere karşı daha geçirgen ve savunmasız hale gelebilir. Bu durum diyabet, Crohn hastalığı, ülseratif kolit, romatoid artrit vb. pek çok otoimmun hastalığın gelişmesi için de bir başlangıç teşkil edebilir.



Bağışıklık sistemi bir bütün, olgunlaşmasında ve korunmasında beslenmenin ve yaşam tarzının çok önemli olduğu giderek daha çok ispat edilmeye başlandı.


Buradan sağlıklı bir bağışıklık sistemine sahip anne ve babaya geçmek istiyorum. Durum böyle olunca anne karnında bebeğin olmaya başlaması, sağlıkla kilo alması, normal zamanda ve normal doğumla doğması ve sonra da anne sütünü de alarak bağışıklık sistemini ideal biçimde olgunlaşmasını bekleyebiliriz.

Ama durum böyle değil, babalar beslenmelerine hiç dikkat etmiyorlar, bu durum spermin kalitesini değiştirebilir...



Kadınlar çoğunlukla zayıflık uğruna dengeli beslenemeyip D vitamini, B12 vitamini, folik asit ve bağır- saklarında da bifidobakterilerin eksikliği ile hamile kalıyorlar. Dengeli beslenmenin annelerde en temel konu olduğunu biliyoruz. O halde bebek sahibi olmak için bir plan yapılır, hamile kalmadan her iki kişinin de sağlıklı beslenmesine özen gösterilir. Hamilelik döneminde annenin beslenme düzeni ve yürüyüş gibi spor aktiviteleri yakından takip edilir. Böylelikle doğacak bebek için en temel görevler yerine getirilmiş olur. Artık anne bol bol bifidobakterili sütünü bebeğine verebilir. Bebek anne sütünün çok özel maddeleri ile kendi bağışıklık sistemini kurarak geliştirir. Sık hastalanmaz, sağlıklı bir bebeklik ve çocukluk dönemi geçirir. Annenin sütünün içeriğinde düzgün beslenme ile birlikte bifidobakteriler ve diğer faydalı bakterilerin sayısı artar ve bu sütle beslenen bebekler; enfeksiyon hastalıklarından, obeziteden, çeşitli bağırsak hastalıkları ve kolikten, astım-alerjiden, Otizmden daha iyi korunurlar. Bebeklere bu kadar fayda sağlayan anne sütünü bebeğe verme konusunda, uzmanlar annelere bunu yeteri kadar anlatamadıklarını düşünüyorlar. Ayrıca normal doğum şekli için de durum aynı... Yani hala sezaryen doğum sayısında Avrupa’da ön sıralarda olmamız bunun önemli göstergesi. Gelin hep birlikte bu konuyu önemseyelim. Daha az sezaryen (zorunluluklar da) doğum olsun. Daha çok anne, sütünün içeriğini önemseyerek beslensin ve bebeğine daha uzun süre süt versin...


Ecz. Güldehen Hatipoğlu

Ecz. Asuman Çakıroğlu


bottom of page