top of page

ZİHİN BEDEN İKİLİLİĞİ

Zihin beden ikiliği, filozofları en çok uğraştıran sorunlardan biri oldu her zaman. Zihin felsefesi tartışmalarının ana ekseninde, hep zihin beden ikiliği vardı. Düşün-me organının beyin olduğu, felsefe tarihinin başından beri bilinen bir gerçek değildi. Günümüzde ise nörobilim alanındaki gelişmeler, sorunu çok daha öne çıkarmış durumda. Zihinden söz edildiğinde, genellikle inançların, yargıların, algıların, duyumların, duygulanımların bir arada olduğu bir çerçeve anılıyor demektir. Beden ise beyni, sinir hücrelerini ve nöro taşıyıcıları barındıran bir bütün.

Felsefe açısından temel çıkış noktası, zihin ile bedenin aynı olup olmadığı sorusu-dur. Hangisi önde yer alıyor? Beden mi zihni üretiyor, yoksa zihin mi bedeni? Sürekli yeni sorulara yol açan bir üretim alanıydı bu ikilik. Beden, zihni nasıl ürete-biliyor? Bedenden söz ederken, karşımızda somut bir varlık bulunuyor. Peki ama zihin için geçerli mi bu durum? Zihin dendiğinde, neden söz etmiş oluyoruz? Bedenin belli oluşu gibi, zihin de belli mi? Zihin, beyin aracılığıyla üretiliyor. Bu durumda zihnin üretildiği alan beyin mi? Bedenimizi ve bilincimizi bildiğimiz varsayılıyor. Peki ama her ikisini de aynı biçimde mi biliyoruz? Bedenimizi, duyu organlarımızla algılıyor, aynaya bakınca onu görüyoruz, ama zihin için de bu işlem geçerli mi? Zihin algılanabiliyor mu? İçinde üretildiğini varsaydığımız beyin, açılınca, zihin görülebilir mi? Bedenin bilgisi herkese açık, gözlemlenebiliyor. Ama zihin, yalnızca kendisini üreten öznenin bilgisine açık.


Bir kişinin zihin deneyimi, yalnızca kendisine özgüdür, bir başkasının erişimine açık değildir. Bu nedenle, kendi zihin durumlarımıza doğrudan, aracısız erişebilme olanağı varken, bir başkasının zihin durumlarına ancak dolaylı ve aracılı erişebili-yoruz. Bu nedenle, bir başkasının zihin durumunu, davranışlarına yansıdığı kada-rıyla anlayabiliyoruz.


Zihin durumlarının yapısı nedir? İnsan, bir başkasının zihin durumlarının ayrımına varamazken, kendi zihin durumlarını nasıl bilebiliyor?


Zihin bilinç ilişkisi, zihin felsefesinin en önemli başlığını oluşturuyor. Bilinçli bir varlığı, bilinçsiz olandan ayıran şey nedir? Bilincin zekâyla ilgisi nasıl kurulabilir? Geçmişte birçok filozof, bilincin fiziksel olanın ötesinde bir varlık alanı olduğunu düşünüyordu. Bugünün nörobiliminin ise, bilinci, fiziksel olana yaklaştırma eğiliminde olduğu görülüyor. Bu bilim insanlarına göre bilinç, bilimsel olarak araştırılabilecek bir konu. Dolayısıyla onlar açısından bilinç, beyin fizyolojisinin ötesinde var olan bir şey değil. Düşüncenin kökeni beyindeki maddi bir sürece dayandırılabilir mi? Düşünce, beynin bir ürünü mü? Diğer bir deyişle, geriye doğru giderek bir beyin etkinliğinin somut varlığına ulaşılabilir mi?


Felsefenin en heyecan verici yanlarından biri, sonu gelmeyen bir etkinlik olmasıdır. Felsefi sorunun tükenmez oluşu, kolay kolay genel geçer bir çözümünün bulun-mayışıyla ilgilidir. Bu açıdan bakıldığında her felsefi sorun, bir yanıtlar ve görüş ayrılıkları çokluğuna karşılık gelir. Felsefe alanında en çok zihin beden karşıtlığı, görüş farklılığına ve bitmez tükenmez tartışmalara neden olur. Sözgelimi zihin ve bedenin aynı hamurdan oluştuğunu iddia etmek, materyalist bir anlayıştır. O zaman tek bir kaynaktan yola çıkıyoruz demektir. Ama bu yargıyı ulaşmak, sorunu ortadan kaldırır mı?


Zihinsel maddelerin tek tek nasıl zihin durumuna geldikleri açıklanmalıdır. Örneğin zihin ve madde ayrı hamurlardan yapılmışlarsa o zaman da birbirlerini bu durumda nasıl etkiledikleri ortaya konabilmelidir. İlk Çağ filozofları, bugünkü bilgi-lere binlerce yıl uzaktayken bile zihni anlama ve açıklama çabası içindeydiler. Platona göre beden, öldükten sonra bile, ruh olarak var olmayı sürdürüyordu. Üstelik beynin, düşüncenin kaynağı olan organ olduğu bilinmiyordu. O dönemde Aristoteles, beynin, kanın sıcaklığını ayarlayan bir tür ısıtıcı olduğunu düşünmüştü.

Platon, insanı beden ve ruh birliği olarak tanımlıyordu. Ruh görünmezdi ve bedeni araç olarak kullanıyordu. Ruhun en önemli ödevi, salt form olan ideaları araştır-maktı. Bunun yerine, daha aşağı bedensel hazlar peşinde koşan ruh, ikinci beden-lenişinde bugünkünden daha aşağıda bir dünyaya geliyordu. Aristoteles için ise ruh, bedenin belli bir türde işlev görmesiydi. Ruh ile beden ayırt edilemiyordu. Ruhun etkinliği olan düşünme, aynı zamanda bedenin de bir etkinliğiydi. Ruh anlayışında, modern döneme gelene kadar önemli bir değişiklik yaşanmadı. Platon ve Aristoteles çizdikleri çerçevelerle diğer tüm görüşlere kaynaklık ettiler.


xxx


20. Yüzyılın önde gelen düşünürlerinden Husserl’e göre ise felsefe, kesin bir bilim olarak bütün bilimlerin üstünde bulunuyordu. Ayrıca Husserl, psikolojide deneysel yöntemler kullanarak tezlerini geliştiriyordu. Zihin felsefesinde kavramsal çözüm-lemeler yapılır, zihinle ilgili kavramların açık ve anlaşılır kılınması amaçlanırdı. Bilimsel çözümlerin ulaşamadığı noktalar belirlenmeye ve açıklığa kavuşturul-maya çalışılırdı. Bir başka ayrım noktası ise şöyleydi: Psikoloji, bir yaşantı parçasını, söz gelimi sevilen bir müzik dinlenildiğinde ortaya çıkan nöro bilimsel süreçleri açıklayabilirdi. Ancak zihin felsefesi, yine de böylesi bir yaşantının dinleyen açısın-dan anlamını konu edebilir ya da dinlenilen müziğe karşılık geldiği saptanan fizik süreçleri o müzik yapıtına eş değer olup olmadığı hakkında akıl yürütebilirdi. Başka bir deyişle zihin felsefesi yoluyla yeni olgular keşfedilmez, ancak olgulara ilişkin yeni bilgiler ortaya konabilirdi.


MEHMET SERDAR


bottom of page