top of page

YAZMA GEREKSİNİMİ

İçinizden bir ses, gittikçe yükselen bir tonda “yazmalıyım, yazmalıyım” diye sayıklamaya başlamışsa, artık yazmaktan başka bir çareniz kalmamış demektir. Bundan sonra yazmak, sizin için yaşamsal bir gereksinimdir ve sizi durdurmak, o kadar kolay değildir. Ama, yazmanın nasıl böyle yaşamsal bir gereksinim haline gelebildiğine kişisel bir karşılık veriyor olmalısınız. Üstelik yakın çevrenizde moral bozucu bir kampanya başlamışken. Temel iddia şudur: Şimdiye dek yazılmış kitaplarda, var olandan daha ileri bir düşünsel üretimde bulunamayacağınıza göre, boş yere zaman kaybetmiş olmuyor musunuz? Ötesi, eş dost çevrenizin de zamanımızı almaya çalışmayacak mısınız? Oysa yapmanız gereken, yazmayı düşündüğünüz konularda kitaplar edinerek sistemli bir okumaya girişmenizdir; insanlara bir kitap dolusu söz söyleme yeterliğine ulaşıncaya kadar. Ürünleriniz, her durumda sizin özgün dilinizi ve yaşam deneyiminizi taşıyor olmalıdır. Söz konusu olan, okuduklarınızın aktarılması değil içselleştirilmesidir.


Yaşam üzerine özlü düşünceler üretebilmek ve özgün bir söylem geliştirebilmek için en başta, olgunluk yaşına erişmiş olmalısınız. Bu aşamada istediğiniz, yaşadıklarınızı başkalarıyla paylaşmaktır. Yazı, en önemli paylaşım yollarından biri. Onunla gittikçe genişleyen, paylaşıma açık bir toplam oluşturabilirsiniz. Söz alacak bir birikimi edinmiş olmalısınız. Hatta yazıyı başarmanız gereken bir sınav saymalısınız. Benim kimseye söyleyecek bir sözüm yok, bir köşeye ilişmiş, kimseye bulaşmadan yaşayıp gidiyorum diyebilir misiniz?


İnsanı yazmaya yönelten, önemli varoluşsal sorunlar var elbette. İnsanı en çok rahatsız eden şey, onca deneyim ve çabanın hiçbir iz bırakmadan yitip gideceğinin bilincidir. Yaşam bütün toplumsallığına karşın tekil bir etkinlik. Sürü bağışıklığıyla gibi dışardan müdahale gerektirmeden kendi başına giden bir süreç değil. Kuşkusuz paylaşım isteğinde başkalarını yönlendirmeye dönük gizli bir niyet de yok değil. İlkin eşitsiz biçimde dağılmış güç odaklarının aynı çizgide toparlanmalarını önerir gibiyse de deneyim aktarımı, aslında belirli bir hiyerarşinin kaçınılmazlığının kabul ettirilmesidir. Sorgulanmamış hayat boşuna yaşanmıştır diyen Sokrates Deneme türünün öncüsü Montaigne, okuyarak yaşamın gizini çözmek üzere birkaç bin kitabıyla birlikte Bordeaux’deki şatosunun kulesine çekildiğinde umduğunu bulamadı. Biraz da kırka gelen yaşının etkisinde bir bunalıma girdi. Yalnızca okumanın sorunları çözmediğini, yaratıcı sürecin ancak yazıyla tamamlanabileceğini anlayarak çıktı. Okuduğu kitaplarda, bulunduğu ruh durumunu tam olarak karşılayacak bir tanımlamaya ulaşamamıştı. Çünkü yaşamın gizi her insan için farklıydı. Herkesin okuyarak öğrenebileceği tek doğrultulu bir çözüm yoktu. Yaşamın anlamına tek adımlık bir girişimle ulaşılabileceği sanılmamalıydı.

İnsanlar, çözümlerini ancak kendileri üretebilirlerdi. İşin bir de yazılanların yayımlatabilme yanı var.Nitelikli yazı, kuşkusuz zihinsel etkinliklerin önde gelenlerinden, üst düzeyde önemli bir uğraş. Kendisi de bunun farkındadır ve bu nedenle güçlüklerden kolay yılmaz. En başta, insanın temel var oluş sorunlarıyla ilgili olduğu için yayımlatma zorluğuyla geriletilemez. İnsan, içindeki yazma isteğini ancak ortaya çıkan yazının kendisi karşılayabilir. Üstelik bu istek, yazdıkça daha da çoğalır. Bütün deneyimler, tanıklıklar, yaşantılar yazma konusu haline gelmeye başlar. İnsan çevresindeki her olguyu, nesneyi, yazıyla kuşatma çabasına girişir. Kuşkusuz ki yazılan her yazı, kendisini ortaya çıkaran gereksinimi karşılayacak yetkinlikte olmayabilir. Ortaya attığınız soru kapsamlıdır, yaşamsaldır ama ona verilen yanıt, aynı düzeyi tutturamayabilir. Yazıya başlamak için başarı güvencesi gerekmez. Yazılanların özgün bir ürün olabilmesi, yazarın kendisini aşabilmesine bağlıdır. Aslında ancak böyle bir durumda, zihinsel doyumdan söz edilebilir. Yazının başlangıç hedeflerine ulaşması, bazıları rastlantısal da olan bir dizi etkene bağlıdır. Büyük bir istekle oturursunuz yazıya, ama hem zor yol alırsınız hem de attığınız adımlar içinize sinmez. Ama yazı, yine de bize her zaman kendimizi gerçekleştirme, sınırlarımızı aşma olanağı sunan bir etkinliktir. Yazı aracılığıyla olasılıkları yaşama geçirme şansı belirir. Amacınıza ulaşmanız bir başarı da sayılabilir, ama yazınsal alanda kalınarak.


Denemenin sürekli olarak bilgi aktardığı da düşünülür. Doğru bu. Ama hazır ve ansiklopedik bilgi aktarımıyla değil. İletilen kişisel bilgidir. Yaşamda karşılığı olan yaşantılanmış bilgi. Başkalarından edinilmiş, kitaplarda yer alan bilgi de olsa ama özümsenmiş ve içselleştirilmiş. Özelleşmiş olmasa, niye başkalarının yazdığın değil de sizin yazdığınızın okunması gerektiğini nasıl açıklayacaksınız? Farklılığınızı gösterebilmelisiniz. Yazının gizemli bir çekiciliği de var. Yazarken karşınızda sanki sizi kollayan, yazdıklarınızın sıradan olmasını engelleyen bir okurla karşı karşıyasınız. Ama yazınız belki aylar belki yıllar sonra karşılaşacak okurla. Burada insan, kendisiyle aynı malzemeden yapılmış bir denetçinin gözetimi altındadır. Okur böylece doğrudan kendisi olur. İnsanın kendisini aşmasını sağlayan bu çekişmedir.


Yazı yazarken, karşımızda görüşlerimizi toparlayıp geliştirmemizi engellemeye çalışan bir karşı odak yoktur. Konuşma sırasında ise, sizi sürekli baskı altında tutan bir odak vardır. Çoğu kez kurmak istediğiniz bütünü bozmaya çalışan bir güç merkezi vardır. Dolayısıyla karşınızdaki konuşmacıyı yenmek, görüşlerinizi kabul ettirmek durumundasınız. Bu gerilim aşırı soyutlamacı bir karşıtlığa dönüşerek ayrıntıların ortaya çıkmasını engeller. Sıklıkla kör bir didişme egemen olur. Görüşlerinizi zenginleştirmenize fırsat kalmaz. Öz savunma durumu, kısır bir çekişmeden ötesine olanak tanımaz. Yazı ise, güvenli bir ortamda herkesin kullanma hakkı olduğu eşsiz bir araç. Ama yazının bütün boyutlarıyla geçekleşmesi, yazarın olduğu kadar okurun da işlevini yerine getirmesine bağlı. Kuşkusuz her yazının aynı yapıda sayıda okuru yok, ama bu durumda bile okur kavramını genişleterek edebiyat ortamını yazarın imgeleminde okur yaratacak bir etken sayabiliriz.


Biz başkalarını okuduğumuza göre başkalarının da bizi okumasını bekleyebiliriz. Ama elbette karşılaşacağımız eleştirilere de hazır olarak. Bu durum bizi insanların karşısına çıkarken derli toplu olmaya yöneltir. Yazının umulmadık yan sonuçlarından biridir bu. Yazı insanın kendisiyle konuşmasıdır. Başkasına doğru yazılsa da. Buradaki başkası doğrudan yazarın kendisidir. Yazı, yabancılaşmayı aşabilmenin en önemli yollarından biri. Bir iyileşme yöntemi. Karmakarışık olmuş ruhsallığına belleğine bir çeki düzen verilmesi. Yazı insanı iç görü sahibi yapar. İnsan yazıyla içini görür, kendisini tanır.


Yazı kurdu içinize düşmeye görsün, sizi sürekli kemirir durur. Onun tükettiğinden fazlasını üretemezseniz, vay halinize.


Mehmet Serdar

bottom of page