Her yılın sonunda bir değerlendirme yapabilmek için basılan ve okunan kitap sayıları açıklanır. Özellikle de roman sayıları edebiyat dünyamızdaki canlılığın en somut göstergeleri sayılır. Bu sene salgın dolayısıyla, genel bir değerlendirme yapabilmek için 2020 yılında yayımlanan roman sayısına ulaşamadık bile. Ama olsun, tartışmamızı bir yıl önce yayımlanan kitap sayıları üzerinden sürdürebiliriz. Tartışma yine geçen yıllarda olduğu gibi bu yıl da yayımlanan kitap sayısının gereğinden fazla oluşunun roman kalitesini düşürdüğü kanısı çevresinde dönüyor. Bu sayı, kurgu roman türü kitaplar için yaklaşık olarak bin iki yüzdü. Düzenli bir roman okuru, bu toplamın kaç tanesini okumuş olabilir? Haf tada bir tane okunsa, bir yılda elli iki tane eder. Aradaki fark için hemen olumsuz bir yargıya varmak gerekmiyor. Yazanların sayısının okuyanların sayısına göre daha hızlı artışı, hiç de endişelenecek bir durum değil.
Yapılan değerlendirmeler en sonunda hep şu yargıya varıyor: Önüne gelen yazdığı için roman sayısı artıyor, sağlıksız büyüme nedeniyle de roman kalitesi düşüyor. Yalnızca okur ve yazarın sanattan beklentisinin nitelikli romanda çakışması ile sanat yaşamı canlanacak yayımlanan roman sayısı ve çeşidi artacaktır. Edebiyat ortamını hareketlendirecek sanat dergileri, gazete kitap ekleri, canlı bir eleştiri ortamı, usta romancılar için düzenlenmiş ödüller, sivil toplum örgütlerinin ve eğitim kurumlarının üyelerine dönük yazar tanıtım programları, bir canlılık yaratacaktır. Bu söylenenlerin hiç biri dolaşımdaki roman sayısının artışıyla çelişmez. Yayımlanan romanların kalitesini belirli bir düzeyde tutabilmek için bir denetim düzeni mi oluşturulsun? Şöyle bir önlem düşünülebilir mi?
İlgili kamu kuruluşları, sivil toplum örgütleri ve meslek örgütleri bir kurul oluştursun onlar aralarında oluşturacakları eleme mekanizmalarıyla yayımlanabilecek romanları belirlesinler yayınevlerine listeler versinler. Ama bu arada, düşünme ve yayma özgürlüğüne bir zarar gelmesin. Üstelik bu sırada biz yayımlanan romanların kalitesini bir bütün olarak artırmış olalım. Peki kaç tanesini okumak, size ülkemizde yazılan basılan roman kalitesine ilişkin bir fikir verebilir. Sayının artması kalitenin düştüğü anlamına mı gelir? Roman sayısıyla kalitesi arasında doğrudan bir ilişki olmadığı açık. Ama roman sayısının artışından, insanlarımızın içinde bulunduğu gerçekliği anlama, yorumlama ve ona müdahale etme doğrultusunda isteklerinin arttığı düşünülebilir.
Sanatsal etkinliğin sonul amacı, insanı bu sürecin öznesi yapmak. Sanatsal etkinliğin değeri, bu amacına ulaştığı sürece artıyor. Ülkemizde de yazılan roman sayısının gittikçe artması daha baştan olumlu bir gelişme sayılmalı. Ama elbette yazılan romanların niteliği de yükselmeli. Sık sık dile getirildiği gibi yazar sayısının çokluğunun bu artışın niteliği düşüreceği kaygısı yersiz.
Her önüne gelen roman yazdığı yargısı, yaygın bir yakınma. Roman yazarak bir çok insan, sanatsal sürecin öznesi olmaya girişiyor, ne güzel. Sanat, insanı önce bu süreçte, sonra da yaşamın bütününde özne yapmayı amaçlıyor, kendi yazgısına egemen olmaya özendiriyor. Roman daha ilk ortaya çıkışında edindiği, işlevi ne iyi ki bugün de sürdürüyor. Ama işin başında insanın roman yazması kendini dünya karşısında bir bütün olarak ifade etme amacından kaynaklanıyor. Sanatsal etkinlik, ilkin yaşam üzerine bütünsel, sonra derinlemesine en ince ayrıntılara dek dikkatle yoğunlaşmayı sağlıyor. Bu sırada sürekli olarak bireyin rolü değerlendiriliyor, yeniden tanımlanıyor ve etkinlik düzeyi artırılmaya çalışılıyor. Bireyin ortaya çıkışıyla romanın ortaya çıkışı çakışan süreçler.
Romancıların ya da adaylarının çoğalmasından tasalanmak, bugünkü yazanlar ve okuyanlar hiyerarşisinin korunmasını isteyen tutucu bir yaklaşım. Yazanların artmasını istemeyenler, okuyanların artmasını istiyorlar. Bu, onların ayrıcalıklı konumlarını paylaşmak istememelerinden kaynaklanan bir durum değil mi?
Kötü romanlar yazılabilir diye yazma girişimine karşı çıkanlar, aslında ne kadar okuyucuları kötü romandan korumak için bu işi yaptıklarını söyleseler de, aslında biraz da kendileri devre dışı kalıyoruz diye feryat ediyorlar. Çok sayıda romanın kendilerine uğramadan basılıp doğrudan okuyucu aramaya çıkmasını, kendilerinin yok sayılması kabul ediyorlar. Oysa sayısının çokluğu dolayısıyla romanları küçümsemeye ne hakları var?Kuşkusuz herkes gibi eleştirmen de bir romanı okuyup eleştirebilir, ona ilişkin olumsuz bir yargıya varabilir. Ama yüzlercesi basılmış diye, okumadan bunların hepsini olumsuzlayacak değerlendirmeler yapılabilir mi?
İnsanların ne için roman yazdığı, onlara roman yazdıran güdünün ne olduğu, yazılan romanın kalitesini belirleyebilir mi? Edebiyata hiç yakıştıramadığımız amaçlarla diyelim para için, şöhret için, başkalarını kıskandığı için, başkasını kötülemek için de yazılsa, bu etkenler yazılan romanın kötü olacağı anlamına gelmez. Çok iyi niyetlerle, amaçlarla yazılan romanların iyi olacağının da güvencesinin yoktur. Hele para romanla, sanatla uyuşmaz, diyenlere ne demeli? Bütün resim, sinema ve müzik tarihi doğrudan ısmarlama yapıtlarla doludur.
Biz, romancının niyetini, onu yazmaya yönelten nedenleri nereden bileceğiz? Zihin okuma tekniği ile romancıları deşifre etmeye kalkmak, roman eleştirisi için bir yarar getirmez. Sanatsal kaygılar, iyi romanı güvencelemez. Eski, yeni yüzlerce roman yazarıyla bir anket yapabilseydik, bazı genel eğilimler saptayabilirdik. Ama böyle bir olanağımız da yok.
Diyelim ki roman modası, sayısını artıran etkenlerdendir. Bu, bir sakınca sayılır mı? Moda, doğrudan kötü bir şey değildir. İyi alışkanlıklar da moda olabilir ve olumlu bir geleneğe yol açabilir. Kültürünü yaratabilir. Modası sona ersin de roman yazanlar azalsın, diye beklemenin roman açısından bir yararı olabilir mi? Yazılan romanların azlığı iyi romanın garantisi sayılabilir mi? Belki de yaygın roman yazımını bir ön elemeyle azaltmak, edebiyat eleştirisine de yapıt, yazar ve okur üçgeninde zenginleştirici bir rol vermek gerekecektir.
Sayısının azlığı, romanların kötülüğünü engeller mi? Aslında roman sayısının çoğalmasına karşı çıkanlar, kendilerini roman alanının denetlenmesinde görevli sayanlar. Oysa roman sayısının artması nitelikli roman olasılığını da artıracaktır.
İnsanlar roman yazmaya özendirilmeli. Bu, roman okumayı önermek kadar anlamlı bir öneridir. İnsanlardan roman yazmasını beklemek, elbette gittikçe artan kalitede roman yazmalarını istemek anlamına gelir. Yoksa bilgisayarın karşısına geçin ne yazarsanız yazın demek değil elbette. Tersine klişelerden kurtulun, basma kalıp görüşlerden, savlardan kaçının. Kendinize özgü bir üslup geliştirin.
Sanatsal etkinlikten beklenenler açısından roman yazmak, roman okumaktan çok daha ileri bir aşamayı işaretliyor elbette. Asıl sanatsal etkinlik, yazmaktır, yaratmaktır. Kuşkusuz izlemek, okumak da yeniden üretim boyutu taşıyan uğraşlar, ama yazmak çok daha yaratıcı bir uğraş. Sanatsal sürecin öznesi olmak, yaşamın öznesi olmak yolunda önemli bir adım. Okumanın da sonun da varacağı yer yazmak. Hiç yazma düşüncesi olmadan, salt moda diye yazmaya başlayanlar varsa, bundan daha yararlı moda düşünülebilir mi? Roman dünyasında bir akımın moda olması bir kısırlaşmaya yol açabilir belki ama roman yazmanın moda olmasından güzel ne var? Roman yazanlar, artık okumaya daha az zaman ayıracaklar diye mi korkuluyor? Diyelim ki bir de roman okuma modası çıktı. Buna da “modadır” diye karşı mı çıkacağız?
Yazmak anlatma çabası kadar anlama çabasıdır da. Ancak anlatmaya girişenler, daha derinlemesine anlayabilirler. Bu nedenle, herkes yazmayı denemelidir, bu olanaktan yararlanmalıdır. Herkesin kendi hayatını roman yazma yoluyla, anlamaya ve anlamlandırmaya hakkı var. Bu hakkı, hangi gerekçeyle olsun yalnızca bazı insanlara tanımak, adil bir tutum sayılmaz.
Mehmet Serdar
Comments