top of page
Yazarın fotoğrafıMehmet Serdar

DENEME NEDİR?

Deneme, yazarın kişisel deneyimine dayanıyor, bu anlamda kişisel bilgi birikimine. Denemeci, kendi hayatından derlediği düşünce ve izlenim yumağıyla denemeyi örüyor. Yazı denilen büyülü etkinliğin bütün temel özelliklerini taşıyor deneme.

Deneme, edebiyat türleri içinde okuyucuyla en yakın yürüyeni. Bir nesneyi, olguyu ele alıp tartmak, ayarını, değerini bulup çıkarmak için evirip çevirmek anlamına geliyor deneme. Bu türde okur, diğer türdekilere göre çok daha kolay anlaşıyor yazarıyla. Deneme, öykü, roman, şiir gibi dallarda olduğu gibi okuyucuyu yoğun bir düşünsel çabaya zorlamıyor. Okuyucu, kendisinin eşiti sayıyor denemeciyi. Bu açıdan en demokrat edebiyat türü deneme. Denemede yazar, büyük bir alçak gönüllülükle kişisel deneyimini paylaşmak istiyor okurla. İçtenlikli bir söyleşi havasında okuyucunun koluna girerek, onu kavramlar bahçesinde dolaşmaya çıkarıyor. Bu gezide görüş ve karşı görüş sarmalında birlikte düşünce üretiliyor.

Deneme en katılımcı, en eşitlikçi edebiyat türü. Yalnızca, kendi özgün dilini geliştirip açığa çıkarabilmekle ulaşabilecek bir tür. Her insan zaten biricik ve benzersiz. Yeter ki kendini ifade edebilme cesaretini göstersin, sanatsal yaratıcılığın araçlarından yararlanabilsin. Denemeci başlangıçta elbette başkalarından yararlanmış olacaktır. Taklit ölçüsüne varsa bile. Burada önemli olan, dışsal etkiyi içselleştirebilmek, kendisinin kılmakta. Başka yazarların yoğun etkisini aşmak, insanı kendi özgün dilini oluşturabilmenin eşiğine getirecektir.

Yazarı ve okuru, canlı bir yaratıcı süreçte buluşuyorlar denemede. Ama burada okur, kurmaca bir özellik de taşıyabilir. Yazarın karşısında somut bir okur olmayabilir. Okur, yazarın imgeleminde kalabilir. Belki de konuşup tartıştığı denemecinin doğrudan kendisidir. Bu durumda deneme, bir düşünce üretim aracıdır. Üstelik yalnızca dış dünyanın tanımlanması için değil, insanın iç dünyasının kavranması için de.


Deneme, yazarın kişisel deneyimine dayanıyor, bu anlamda kişisel bilgi birikimine. Denemeci, kendi hayatından derlediği düşünce ve izlenim yumağıyla denemeyi örüyor. Yazı denilen büyülü etkinliğin bütün temel özelliklerini taşıyor deneme. Bilgi ve deneyim paylaşımı demek olan iletişim etkinliği, yazının da denemenin de varlık nedeni. Deneme, gündelik iletişime karşı, daha derinlikli ve daha kapsamlı paylaşım isteği. Üstelik burada denemenin konu sınırlaması yok.

Başkalarının varlığının bilinci ve yazınsal düzlemde yeniden üretilmesi, sanatsal etkinliğin de ana ekseni. İnsan başkasını anlıyor ve anlatıyorken kendisini de tanıyor ve tanımlıyor. Denemeci, hem toplumsal hem de bireysel bir varlık olan insanın bu iki özelliği üzerine kuruyor yapısını. Salt sanat alanında konumlanmıyor, öteki ayağını da düşünsel üretim alanı olan düz yazıya basıyor. Deneme, kendi iç çelişkilerini ört bas etmiyor, tersine onları daha fazla kurcalayıp çevrelerindeki gerilimden yararlanarak üretiminin temeline koyuyor. Denemenin melezliği, bir saf ürün peşinde olmadığını gösteriyor. Denemeyi zora sokan da sanata yaklaştıran da bu. Deneme, bütün içinde yerini kaybeden parçaları eski yerlerine koyma girişimine karşı çıkıyor. Genele karşı özelin kendini ifade hakkını savunuyor. Bu nedenle canlı ve keskin bir kişisellik gösteriyor.


Kendisiyle söyleşerek insanı ve evreni anlamaya çalışıyor denemeci. Denemenin ustası Montaigne’nin dediği gibi, bir insanda insanlığın bütün halleri var. Kendini anlayabilen insan, bütün insanlığı anlamış oluyor. Ama bu güzel sözün, söylendiği zamanla bağını da gözden kaçırmamak gerekiyor. Montaigne bireyin tarih sahnesine ilk çıktığı dönemin düşünürüydü. Yazdıklarını, birey olarak varlığını dostlarının, yakınlarının, belleklerine kazımak ve unutturmamakla görevlendiriyordu. Kendini okura dayatmadan, ısrarını sürdüren bir yaşama biçimi vardı, denemenin öncüsünün.

Deneme, felsefe ile sanatın geçiştiği alanda kendine özgü bir var oluş alanı buluyor. Sanatın ve felsefenin el ele vererek özel bir düşünce türü ürettiği bir aralık. Bu alanı özgün kılan şu sorulara verilen yanıtlarda gizli. Deneme, özgün bir sorun ortaya atıyor mu? Bu sorun, yazarın doğrudan kendi sorunu olarak beliriyor mu? Yazar, gerçekten kendisinin de yanıtını aradığı bir sorunun peşinde mi? İçtenlik sorunu burada kendini gösteriyor.


Yazar, ele aldığı sorunu daha başka yan sorularla genişletiyor, değişik bakış açılarıyla yeni bulgular açığa çıkarabiliyor mu? Bunları yaparken okuru da işin içine katan daha geniş bir alana açılabiliyor mu?


Denemenin temelinde kuşku yatıyor. Açık seçik bir sonuca ulaşılmasını geciktiren, bu kuşku pürüzü. Denemeci, yazısını ortalıkta dolaştırmayı seviyor. Önyargısız bir kalemden çıkmalı deneme. Bir an önce sonuca varayım, herkesi buna göre tutum almaya zorlayayım, demiyor. Kendisine sunulanla da yetinmiyor. Varacağı yargılar, okuyucunun da katılımıyla ortaya çıkmalı. Genellemeci ve kestirmeci yaklaşımların tuzağına düşmemeli.


Denemeci, özgün üretimin ilk adımı olarak “bence” diyerek başlıyor konuşmaya. Kendi görüşünü bildiriyor. Başkasını değersizleştirmek için değil, onu da kendi üretimine özendirip yazınsal sürece katılımını sağlamak için. Deneme yazmak için ise bir kültüre doymak, birikimi edinmek ve arkasından onlar yokmuş gibi davranmak gerekiyor. Sonra da ele alınan konuyu sonuna kadar iteklemek, olanaklı bütün soruları sormak. Denemede öteki düz yazı türlerinden farklı olarak, sunuş ile konu aynı değil. Denemeyi zora sokan da sanata doğru yönelten de bu.

Kavram, tek olanın genele bağlı kılınması. Deneme ise ters akıntılı. Genele karşı tekin haklarını savunuyor. Genel geçere, kalıplara karşı duruyor. Kendi iç çelişkilerini kurcalamak, bunların işleyişinden güç almak, denemenin izlediği yol. Çelişkileri ört bas etmeye girişmiyor. Deneme, bu yüzden hep bir istikrarsızlığa işaret ediyor.


Tekrar tekrar başlangıç sorusunu sorması, denemeye karşı bir kuşku uyandırmıyor değil. Sanki kendi çıktığı yolu sorguluyor. Bu durumda başkalarını nasıl yanınıza çağırabilirsin? Verdiğin karardan hoşnut değilsin sanki. Oysa çevrendekilere sesleniyorsun. Denemenin ana ekseni, sanat ve felsefede olduğu gibi “yaşayan herkesin yaşama koşullarını özgür biçimde kendisinin belirleme hakkı” ilkesine dayanıyor. Bu hak çerçevesinde herkes eşit. Yeter ki birinin istediği gibi yaşaması, ötekinin yaşama koşullarına bir dayatma olarak etkilemesin.


MEHMET SERDAR


Comments


bottom of page