top of page

KONUŞMACI


Soruların yapıcı olmalı. Beni yıkmaya yönelik sorulardan kaçınmalısın. Öyle noktalara ilgimi yöneltmelisin ki, benim kafamda bulanık durumda bulunan bilgi karmaşaları düzenlenmiş, kullanılabilir bir güce erişsin. Görüyorsun ki konuşmam tekdüze, edilgin, kuru bir konuşma olmayacak.


Geç karşıma şu sandalyeye otur. Öngörmediğimiz bir davranışın olmasın. Bir şey istersen bana söyle, ben en iyi biçimde isteğini yerine getireceğim. Yeterince sigaram var, hem de en iyisinden. İçeceksen buyur, ama dur. Sigaranı ben yakacağım. Son günlerde kibritler yanmaz oldu. Bir sigara için üç dört kibrit tüketmek gerekiyor. Rahat oturabilirsin, şu terlikleri giy. Yerler toz içinde.

Yüzünün çizgilerini en olağan biçimine getir. Tepkilerinin en belirgin göstergeleri onlar olacaklar. Fakat senden dileğim, değerlendiremeyeceğim, olağandışı tepkilerin olmasın: Önce olağan çizgileri bellemeliyim. Tamam, böyle biraz dursan iyi olur. Oldu, arkadan sırayla hayranlık, şaşkınlık, sevinç, üzüntü, sıkıntı, bıkkınlık, yorgunluk çizgilerini görmeliyim.

İçerisi çok sıcak değil mi? Camı açalım istersen, ya da soğuk bir şey getireyim. Evet demen için gözkapaklarını indirmen, hayır için de kaşlarını kaldırman yeterli. Biliyor musun Afrika’da avcı toplayıcı toplumlardan birinde yerliler bizim yaptığımızın tam tersini yapıyorlarmış. Evet derken gözlerini açarak kaşlarını kaldırıyor; hayır derken gözlerini başlarını indiriyorlarmış. Ama sen benim söylediklerimi uygula yeterli, yerlilerin davranışlarını bir yana bırakalım şimdi. Anlattıklarımı hep doğal çizgilerle karşılama lütfen. Olumlu ya da olumsuz tepkini her an bilmeliyim ki ben de ona göre davranayım. Fakat ne olursun yüzünün anlatımı açık yürekli olsun. Dürüstçe dav- ranmanı istiyorum. Beğendiğin bir şeyi söylerken, yalnızca beni kızdırmak için sıkılıyormuş gibi yapma.

İlgini sürekli anlattıklarımda toplamana sevinirim. Yanlış konuşabilirim. Her zaman doğru konuştuğumu söyleyemem. Yanılgı payı bırakmaya özen gösteririm. Sözlerimin bir bilgiçlik gösterisine dönüşmemesine çalışacağım.

Sürekli olarak susman iyi olmayacak sanırım. Konu dışına çıkmamak koşuluyla kısa ve öz konuşman yararlı olabilir. Bazı noktaları yüzeysel değinmelerle geçiştirebilirim. Bu bilinçli ya da bilinçsiz olabilir. Böyle bir durumu ayrımsadığın zaman, anında beni uyar: Yüz anlatımıyla da yapabilirsin, ama sözlü olarak uyarı daha etkili olur. Ancak anlatının genel çizgisini yapacağın müdahalelerle zedelememelisin. Tam tersi bu çizginin daha iyi belirlenmesine yardımcı olmalısın. Her bölüm hem kendi içinde kendi özgüllüğü ile derinlemesine, hem de diğer bölümlerle ilişkileri çerçevesinde genişlemesine kavranmalı.


Senin katkınla ayrıntılar büyük bir çekicilik kazanmalı, onların üzerlerine yeni bir ivmeyle gitmeliyim. Ayrıntıların yaşama kavuşmasıyla, bütünün canına can eklenmeli.

Soruların yapıcı olmalı. Beni yıkmaya yönelik sorulardan kaçınmalısın. Öyle noktalara ilgimi yöneltmelisin ki, benim kafamda bulanık durumda bulunan bilgi karmaşaları düzenlenmiş, kullanılabilir bir güce erişsin. Görüyorsun ki konuşmam tekdüze, edilgin, kuru bir konuşma olmayacak.

Konuşma, anlatma gereksinmemi doyurmak için istemiyorum bunları senden. Yaptığımın kendimi doğrulama, onaylatma olduğunu sanmıyorum. Seni konuşma nesnesi olarak kullanmak aklımın ucundan bile geçmez.

Ortak bir doğruya varabilmek için, tartışan iki kişinin birbirlerinden etkilenmesi, birbirlerini hızlandırması gerekir diye düşünebilirsin. Gerçeklik bilinçlerimize bilinebilir nedenlerle farklı yansıyor. Birimize çok az bir bölümü, diğerimize büyük bir bölümü. Böylesi farklı yansımaları daha üst bir düzeyde bir bütünselliğe kavuşturmak ne iyi olurdu değil mi?

Ancak biz tartışmıyoruz. Sen konuşmayacaksın. Konuşan benim. Senden benim doğru konuşmamı sağlamanı istiyorum. Doğru düşünebilmem için yardımını gereksiniyorum.

Bu kez de beni düşünme nesnesi olarak kullanıyorsun, sonra da varılan sonuca baştan el koyuyorsun diyebilirsin. “Öyle ya başarıda benim payım yoksa, benim payımı yadsıyorsan otur yalnız başına konuş, nereye gideceksen kendin git.” Ama sen, daha baştan benim koyduğum kurallara uymuyorsun. Amacın oyunu bozmak mı? Demek ki deminden beri boşuna konuşuyormuşuz.


Söylediklerimi anlamamışsın. Belki anladın da işine gelmiyor. Sana sunduğum olanakları yeniden gözden geçirmeliyim. Kalk bakalım o sandalyeden. Yere otur, hayır mindere de dokunma. Görmüyor musun, ben başından beri ayaktayım. Sen ayağa kalkma. Üzerime yürüyecekmişsin gibi geliyor bana. Moralim fena halde bozuluyor. Şişe ile oynama. Hem kendi hem de benim ilgimi dağıtıyorsun. Yüzün niye ka- rarıyor? Hemen kendini ele veriyorsun. Alt tarafı bir meşrubat şişesi işte. Yere yavaş bırak kıracaksın: Beni bilerek sinirlendirmeye çalışıyorsun. Sen kızıyorsun diye ben de kızmak zorunda değilim.

Radyoyu biraz açalım da yatışalım bari. Bu dağınıklığın üstesinden ancak bir keman sesi gelebilir. Örneğin Mendelssohn opus 64. Takıldığın kıyılardan ancak o toparlayabilir seni. En hızlı akan fakat buna karşın düzenli olan bölgeye o getirebilir seni. Kemanın öncülüğünü diğer bütün sazlar kabullenmek zorundalar. Geride önceleri yalnızca bağımlılıktan oluşan, dışsal bir etkiyle varolan, bu nedenle sürüklenmenin ötesine geçemeyen devinim giderek içselleşiyor. Ana tema yavaş yavaş hızlanıyor, çeşitleniyor, bir orkestranın hep birlikte çaldığı oluyor. Kulağın bu hem tek ve hem çok oluşu kavramalı. İndirgenemez, parçalanamaz bu bütünlük karşısında onunla aynı tempoya yükselerek ayakta kalabilirsin. Gerilim doruk noktasına ulaşıyor. Sonra bir boşalma, bir yayılma, bir rahatlama, ama asla bir dağılma değil.

Uygunsuz bir davranışının nelere mal olduğunu görüyorsun. Koşullanmış bir süreç mi seni böylesine rahatsız ediyor? Sonu bilmek ne acı. Her şeyi belirli bir sona göre düzenlemek çekilmiyor. 0ysa sonun hep çarpıcı olması istenir. Baştan usul usul gelişen gerilim sondaki sarsıcı çözüme sinsice ve gizlice yol almalıdır. Bir ipteki gibi değil, bir yaydaki gibi olmalıdır. Hızla eski durumuna dönmeye çalışmalıdır. İşte yayın o esnek tavrı, ipe olan üstünlüğü, bir miktar potansiyel enerji saklayabilme yeteneği.

Niye bana bakmıyorsun. Şimdi de darılma bölümüne mi geçtik? Al istersen bir sigara daha yak. Al canım işte, bak gücenirim ama. Senin bu kadar üzüleceğini düşünememiştim. Bu dargınlığı geçelim, ne olursun. İlk başlarda beni ne güzel dinliyordun. Kemandan sonra da yine dinleyeceğini sanıyordum. Ulaşabileceğim yerlerde (ki oraları bilmiyorum) beni yalnız bırakmayacağını umuyordum. Bak hala naz yapıyorsun. Hadi barışalım artık. Sarı renkten hiç hoşlanmadığım halde sana sarı bir elbise alabilirim. Sarı renk sarılık hastalığını anımsatır bana. Ama sen istedikten sonra katlanırım buna. Böyle bir özverinin sözü mü olur?

Şimdi dilersen konumuza dönebiliriz. Ama bende kafa mı bıraktın? Düşündüklerimi toparlayamıyorum. Sende hiç acıma yok. Bir de hiç sıkılmadan gülüyorsun bu durumuma, değil mi’? Öyle değilse, yüzündeki o (büyük savaşları hiçbir şey yitirmeden kazanmışçasına.) utkan gülümseme ne oluyor? Zor durumda kalmış birine yardım etmek görevinken, tutmuş alay ediyorsun. Ama boşuna, bu durumu çabuk aşacağım, göreceksin. Ben böyle yıldırma taktiklerini iyi bilirim.

Bir keresinde yerlerin buz tuttuğu bir kış günü kentin en kalabalık caddesinde karşıdan karşıya geçerken, o denli özen göstermeme karşın yine de ayağım kaymıştı da düşmüştüm. Şaşkınlığımın geçmesiyle birlikte yerden kalktım. Söylenirken ayrımsadım ki çevremde bir kalabalık. Kalabalığın ortasında eli bastonlu, fötr şapkalı bir adam katılasıya gülüyor. Bakışlarımı ona yönelttim. Kısa bir an gözlerimin baskısı altında ezildi, gülmesini kesti. Sıkıntıyla iki yanına bakındı. Yaptığından utandığı belliydi. O yaştaki bir adamdan beklenmeyecek bir davranışın suçluluğuyla hemen geriye döndü. Kalabalık yol açtı ona . Başı önde ezik, oradan çabuk adımlarla ayrıldı.

Bense acıma gösterilen saygıdan hoşnut, kalabalığı şöyle bir süzdüm, karşı kaldırıma geçtim. Ama olayı unutmam olanaksızdı. Bütün gün düşüşü anımsadım. Ayağımdaki sızı da alayın etkisinden kurtulmamı zorlaştırıyordu. Kahkaha kulaklarımda çınlıyordu sürekli. Sonunda adamı resimlemeye karar verdim. Belirsiz ve ciddi bir kalabalığın ortasında gülen bir adam. Ama resme bakılırsa gülmenin güzelliği yok. Yorum hakkım var elbette. Belli öğeleri abartabilirim. Adamın gülüşünün çirkinliğini vurguladım. Kabalıkla çelişen görünümü onu hemen çevresinden soyutluyor, yanlışlığını açıkça ortaya koyuyordu.

Sanırım nereye varmak istediğimi anlıyorsun. Seni de yanlışlığını da hem de sanatsal bir biçimde belgeleyebilirim. Ayağını denk al. Öte yandan az da olsa sana hak vermiyor değilim. Deneyim alanının farklılığı gereği söyleyeceklerimi anlamakta güçlük çekeceğini biliyor ve konuşmamı engellemek istiyorsun. Bu engellemeleri aşsam bile, engeller beni yormuş olacak, düşünce selimin şiddeti azalacak. Böylece karşı koyman kolaylaşacak. Eksikliğinin ortaya çıkmasından korkuyorsun. Korkunu anlayışla karşılıyorum. Ancak bunu açık- ça ortaya koymam gerekirken gizlemeye çalışman dolambaçlı yollara başvurman hiç hoş değil. Ayrıca soruna bu açıdan yaklaşman da yanlış. Senin yargılanman söz konusu değil. Önemli olan benim yalnız başıma ulaşamayacağım bir noktaya senin yardımınla varabilmem. Daha önce belirtmiştim, burada desteğin dolaylı olacak. Başarıdan pay koparmak için yok yere heveslenme.

Ne o, niye kalkıyorsun yerinden? Bir yere gidemezsin. Evet doğru biraz fazla uzattım, ama sınırları kesin çizgilerle saptamam gerekiyordu. Niye öyle söylüyorsun. Sınırlar çok önemlidir. Bir şeyi bilmek, onu diğerlerinden ayırmak, sınırlamak demektir. Bak örneğin şimdi sen sınır dışına çıkıyorsun. Sınırlar her zaman iyi tanımlanmalıdır. Sınırları bilmeden, nerede olduğumuzu anlayamayız. Sınırları bilmek zorundayız. Ben onlardan haberliyim, tersini söyleyemezsin. Uzun süredir sana onları anlatıyorum. Önce onları iyice bellemek gerekiyordu. Gerçi sınırların içindekiler de önemlidir, ama önce sınırlar.

Evet sana katılıyorum, en önemlisi sınırları aşmaktır, aşabilmektir. Onların içinde kalmak edilginlik olur. Ama önce ne olduklarını bilmeliyiz ki, güçlerimizi ona göre en iyi biçimde kullanabilelim.

Demek kesin kararını verdin. Sınır tanımıyorsun, gideceksin. Bu olasılığı hiç düşünmemiştim. Bir başka zaman diyorsun. Olur, niye olmasın. İstersen başka sınırlarla da olur. Yine de şimdi olsa daha iyiydi. Konuşmaya ne de güzel hazırlanmıştım. Kendime çok güveniyordum. Moralce bu düzeye varabilmek için ne çok çaba tüketmiştim. Ne yapayım, boyun eğmekten, ertelenmekten başka çıkar yol yok, güle güle.

Hoşçakalabilecek miyim?

bottom of page