
Bir eczacı olarak, diyabet ve bununla yaşayanların
hayatını kolaylaştıran teknoloji hakkında farkındalığı
artırmaya yardımcı olabileceğimize inanıyorum.
Tip 1 diyabetli çocukların ve ailelerinin diyabeti kabullenmelerini kolaylaştırmak, yalnız olmadıklarını hissettirmek, güncel ve doğru bilgileri iletmek ve diyabet yönetim becerilerini geliştirmek, deneyim ve duygularını yaratılan eğlence ortamı içinde paylaşmalarını sağlamak amacı ile 2018’den beri DİYAÇEV ve Geleceğin Yıldızları ekibinin gönüllüleri ile Arkadaşım Diyabet Aile Kampları düzenlenmektedir.
Bu Ağustos ayında kampın ikinci oturumuna katılma şansım oldu ve inanılmaz bir
deneyim yaşadım. 22 kişilik kamp ekibinde Koç diyabet ekibi dışında ülkenin birçok yerinden kendini diyabetli çocuklara kalben adamış başta Prof. Dr. Şükrü Hatun olmak üzere birçok endokrin hekimi, diyetisyen, psikiyatr hekimi, diyabet hemşiresi, psikolog ve 1 eczacı (o da bendim) mevcuttu. Bu yıl kampa 154 Tip 1 diyabetli çocuk dahil, aile üyeleri ile toplam 478 kişi katıldı. Lions Türkiye 118. Bölge
Konfederasyonu sayesinde 30 aile ücretsiz olarak kampa katılım sağlayabildi.
Burada onlara da ayrıca teşekkürlerimi iletmek istiyorum. İlk gün Prof. Dr. Şükrü Hatun Hoca’mın ailelere sahneden seslenirken eczacıların diyabet konusunda yaratabilecekleri farkındalığı anlatarak beni takdim etmesi bizlere düşen sorumluluklar ve diyabetlilerin hayatını kolaylaştırmak için neler yapabileceklerimiz konusunda düşünmemi sağladı.
O yüzden sanırım kamp deneyimlerimi sizlerle paylaşmak için motive oldum.
Ben 30 yıllık Tip 1 diyabetliyim. İlk gün Şükrü Hoca’mın ailelere beni takdim etmesi ile yaptığım konuşmada ailere diyabetim ile ilgili yeni fark ettiğim bir şeyden bahsettim. Kamptan bir hafta önce yakın bir dostum bana demişti ki “Duygu, ne zaman benim ya da senin başına kötü bir şey gelse ve seninle bunu konuşacak olsak, sen hep dersin ki ‘Tamam, şimdi bunu yaşadık, bitti, duygumuzu
bir tarafa bırakalım ve ne yapabiliriz onu düşünelim’. Ve ben senin bu özelliğini dostum olarak çok seviyorum.”. Tabii ki de duyguları inkar eden ve geçiştirilmesi gerektiğini düşünen birisi değilim ama o acıyı, hüznü bitirdikten sonra hızlıca çözüme koşmayı seven biri oldum hep. Arkadaşımın bunu söylemesi üzerine düşündüm ki 10 yaşında Tip 1 diyabetli olmam beni çözüm odaklı bir bireye dönüştürmüştü aslında. Diyabeti inkar edebilirdim, tedaviye uyum göstermeyebilirdim. Ama bunlar yerine ailemin de katkısı ile tamam şimdi
tedaviye odaklanma zamanı moduna geçmem hayatı benim için çok daha kolay hale getirmişti. Ve diyabetim sayesinde hayatın birçok alanında hızlı çözüme ulaşan biri olmuştum.
Ve salonda bulunan çocuklara; her gün Tip 1 diyabetle yaşamanın onları hızlı düşünen, iyi strateji kuran ve bence diğerlerinden daha zeki bireyler haline
getirdiğini söyledim. Bu okullarda akran zorbalığına maruz kalan birçok çocuk tarafından çok benimsendi. Oyun saatinde okulda arkadaşları tarafından dışlandığını düşünen bir minik yanıma geldi ve “Evet, biliyorum, biz daha akıllıyız ama arkadaşlarıma bir türlü kolumdaki sensörü anlatamıyorum.” diye hayıflandı. Oradaki birçok aile ve çocuk ile konuşunca maalesef bazı okullarda öğretmenlerin çok bilgisiz olduklarını, bazı okullarda çocukların bu bulaşıcı bir hastalık onunla oynamayın diye zorbalık yaptıklarını ve bazı çocukların kolundaki sensörü çekerim
diye çocukları tehdit ettiklerini dinledim.
Bir hikaye gerçekten aklımda kaldı ki bu bence biz eczacılar için gerçekten çok önemli. Bir çocuğun okula insülin götürmekten utandığı için, okulda hiç yemek yemediğini öğrendim. Peki bu çocuk neden insülini yanında taşımıyordu? Öncelikle ergenlik dönemindeydi ve diyabeti arkadaşları ile paylaşmak istemiyordu. Bu üzerinde çalışılması gereken ayrı bir konu. Ama asıl sorun, hastaneden çıkarken hemşiresi ona insülinlerin hep buzdolabında durması
gerektiğini söylemişti. Üzerine gittiği eczanede, eczacısı tarafından aynı bilgi doğrulanmıştı. Ve çocuk buzluklar ile insülin taşıması gerektiğini düşündüğü
için çantasına ya da cebine 1 kalem insülin atıp, kolayca yanında taşıyıp, istediği yerde vuramıyordu.
Halbuki eczacısı ona insülinin oda sıcaklığında 1 ay bozulmadan durabildiğini anlatsaydı, o çocuğun hayatı kolaylaşacaktı. Herkesin açıp, prospektüste
saklama koşullarını okumasını öneririm. İnsülinler oda sıcaklığında 1 ay bozulmadan durabilir, kullandığımız insülini dolaba koymamıza gerek yoktur. Bu
basit bilgi inanın birçok diyabetli bireyin hayatını çok kolaylaştıracak.
Bazen Farklılıklar Zor Olabilir
Kamptan aklımda kalan bir anı var ve bunu paylaşmak isterim. Çocukların aileleriyle güven bağı kurmalarına yardımcı olmak için tasarlanmış açık hava oyun saatlerinden birinde, düşük veya yüksek kan glukozu olan çocukları destekleme için etrafta dolaşıyordum. O sırada, 4 veya 5 yaşlarında küçük bir kızın kenarda oturup ağladığını fark ettim.
Eczacılar olarak, yalnızca doğru bilgileri sağlamakla kalmayıp, aynı zamanda
diyabetli çocukların ve ailelerinin hayatlarında gerçek anlamda fark yaratabilecek
empati ve desteği de sunma gücüne sahibiz.
Neyin yanlış olduğunu sorduğumda, annesi veya babasının orada olmadığını ve bu yüzden oyuna katılamayacağını söyledi. Bu yüzden bir anlaşma yaptık: Bir sonraki saat boyunca onun “Annesi” olacaktım. Birlikte eğlenceli, neşeli oyunlar oynadık ve sonunda meyve suyu içmek istediğini ama Tip 1 diyabeti olduğu için içmesinin doğru olmadığını söyledi bana.
Ailesini bulmak için onu kucağıma almıştım ve kan şekerini kontrol etmek istediğimde, kolunda sensör olmadığını fark ettim. Sensörünün nerede olduğunu sorduğumda, bana sensörünün görünmez olduğunu söyledi! O an diyabeti olup olmadığından şüphe ettim.
Etrafıma baktıktan sonra, abisiyle oynayan babasını bulduk. Ve ortaya çıktı ki, küçük kız Tip 1 diyabetli değildi. Sadece kampta tüm çocukların diyabeti vardı. Kollarında sensörleri vardı ve orada farklı hisseden minik bir kızdı. Diğerleri gibi olmaya çalışıyordu. Herkes öyle olduğu için öyleymiş gibi davranıyordu. O an, Tip 1 diyabetli çocukların bazen benzer nedenlerle okulda durumlarını nasıl gizlediklerini, arkadaşları ile paylaşmak konusunda zorlanabildiklerini düşündüm. Belki onlara, paylaşmaları konusunda destek verirken çok da aceleci olmamalıyız, anlayış göstermeliyiz diye düşündüm. Bir eczacı olarak, diyabet ve bununla yaşayanların hayatını kolaylaştıran teknoloji hakkında farkındalığı artırmaya yardımcı olabileceğimize inanıyorum. Sürekli glikoz ölçüm cihazları, parmak delmeden günde 288 kez kan şekeri seviyelerini kontrol edebilir. Bu, diyabet komplikasyonlarını önlemeye yardımcı olur ve durumu yönetmeyi çok daha kolaylaştırır.
Ne yazık ki, bu sensörler şu anda geri ödeme kapsamında değiller ve aileler diyabete bağlı olarak oluşabilecek komplikasyonları önlemek için bu sensörleri kendi başlarına almak için ellerinden geleni yapıyorlar.
Kampın son günü çocuklardan ailelerine bir mektup yazmalarını istiyoruz ve bu mektupları sahnede okuyoruz. Bir çocuğun ailesine sensörler ile ilgili yazdığı mektup salonda bulunan herkesi gözyaşlarına boğdu. Kamp anılarımı bu mektup
ile bitirmek istiyorum. Mektupta diyordu ki “Anne, bu zamana kadar hiç sensörüm olmadı. İlk zamanlar pek takmıyordum ama artık biraz (çok) üzülüyorum. Çünkü parmağım çok acıyor. (Bunu sana hiçbir zaman söylemedim. Gerçek şu ki; evet
sensörü olanları çok kıskanıyorum).” Eczacılar olarak, yalnızca doğru bilgileri sağlamakla kalmayıp, aynı zamanda diyabetli çocukların ve ailelerinin hayatlarında gerçek anlamda fark yaratabilecek empati ve desteği de sunma gücüne sahibiz. Bizler; diyabetli çocukların hayatlarına dokunmaya devam ettikçe, toplum bizleri yalnızca ilaç dağıtıcıları olarak değil, aileleri güçlendirmede ve bakımı iyileştirmede hayati bir rol oynayan şefkatli sağlık danışmanları olarak görecektir.

Comentarios